28.05.2013

Töre


"Töre cinayet işletmez, töreyi algılama biçimi cinayet işletir" *

Durumumuz tam olarak budur arkadaşlar. Çocuğu tecavüze uğrayan kişilerden bazıları polise giderken, bazıları tedavi yoluna başvuruyorlar. Bunun yanı sıra bazıları da, bunu cinayet sebebi olarak görebiliyorlar.

Eğitim ilk nerede başlar yada bu konuda alınmış, edinilmiş, öğrenilmiş bilgiler yeterli midir?
Bir sığınma evi dışarıdan bir devlet dairesi gibi görünebilir. Bir çok insan önünden yürüyüp gidebilir.
Unutmayalım, olumsuzu olumluya çevirebilir, böylece bir çok insanın belki hayatını bile kurtarabiliriz.


Küçükçekmece Sığınmaevinin diğer sorumlusu İ. Gezer ise burada töre mağduru çok sayıda kadın kaldığını ve kendi deyimiyle "bugüne dek hiçbirinin kılına zarar gelmediğini" vurguluyor. Gezer kendisini en çok etkileyen hikâyeyi anlatırken, kadının mücadelesinin herkese örnek olmasını istiyor:

"Genç bir kızdı. Lise mezunuydu. Bize geldiğinde yaralı haldeydi. Önce tedavisi yapıldı, sonra psikolojik destek gördü. Hikâyesini sonradan öğrendik. Ailesi izin vermediği için sevdiği adamla kaçıyor ve evleniyor. Evliliğinin birinci ayında ailesi onlara haber gönderiyor, 'Artık geri dön, biz sizi affettik, gelin elimizi öpün' diye. Tabii çok sevinerek geri dönüyorlar. 30 günlük eşini gözlerinin önünde kurşuna diziyor, ona da kurşun sıkıyorlar. Jandarma gelince, kız yaralı olarak 'Beni sakın eve göndermeyin' diyor. Sonra da can güvenliği nedeniyle buraya getirildi. Yaşama küsmüştü. Zamanla buradaki kadınlarla konuşarak yeniden kendine geldi. Destek gördü. Kendisine burs sağladık, dershaneye gitmeye ikna ettik. Ve bir üniversiteyi kazandı. Şimdi ikinci sınıfta. Tatillerde yine buraya geliyor. Yeni gelen kadınlar varsa, konuşarak onlara moral veriyor..."


* Üstün Dökmen

21.05.2013

Sosyal Engelli !



Engelli, özürlü kelimesini hepimiz biliriz ama "sosyal engelli" kelimesini ilk defa duydum, Prof. Coşkun Özdemir'in yazısıyla devam edelim;

"Danimarka'da 40 yıl kadar önce rehabilitasyon eğitimi alırken bizi güzel bir binaya götürdüler. İçeri girdiğimizde 30 kadar sevimli çocuğun yardımcılar eşliğinde kahvaltı ettiklerini gördük. Ortada engelli falan yoktu.

Bizim şaşkınlığımızı görerek hemen açıkladılar; burası evlenmemiş annelerin barındığı bir yerdi. Anneler işe gitmişlerdi. Çocuklar bakım altında idiler. Engellilerle ilgilenen rehabilitasyon merkezleri bu anneleri korumaya alıyor, onlara iş buluyor ve çocuklarına sahip çıkıyordu.

Bu genç kızlar evlenmeden anne oldukları için aileleri ve toplumla bir sürtüşme içine giriyor ve toplumda zor durumda kalıyorlardı. Onlar, sosyal engelli idiler ve diğer engelliler gibi korunmayı hakediyorlardı."


14.05.2013

Bir Okur Mektubu...

"Merhaba
Bugün yine eşim, daha doğrusu imam nikâhlı eşim tarafından bir kanepe yüzünden 2 yaşındaki kızının önünde dayak yiyip terk edilen bir kadınım bende. Bugün ve geçtiğimiz 6 yıl daha bugün gibi nicelerini yaşadım.

İntihar edemezsiniz size muhtaç bırakacak kimsenizin olmadığı bir bebeğiniz varsa ki hele zaten bu cehennem hayatta hüküm sürmek zorundasınız. TV’ lerde hep kınardım evlatlarıyla birlikte intihar edenleri... Bugün ruh sağlığım iyi olmasa da bunu asla yapmayacak olsam da neden bunu yaptıklarını şimdi anlayabiliyorum. Çünkü hayat size bir çıkış kurtuluş kapısı vermemiştir.


Düşünsenize sizinle birlikte kayıp giden daha anne karnındayken bile dayağa hakaretlere ve daha nicelerine maruz kalan bir bebek. Anneme vurma ağlama yeter atık ağlama sus diyen baba dövme diye yalvaran minicik elleriyle gözyaşınızı silen bir melek...


5 yıldır eşim, diğer eşi ve çocuklarından yaşadığı vicdan azabının bedelini bana ödetti. Gidecek ne yerim ne de sığınacak derdimi anlatacak kimsem var. Hepinizin şu anda ne çekiyorsun be kardeşim terk et dediğini duyar gibiyim ama olmuyor işte.


Üniversitedeyken asıp kesen ben evlat uğruna dayak yiyen her gün... Bu muamelesi gören bir kadın gurursuz bir kadın olup çıktım. Boşan nafakanı al desen resmi nikâh diye bir şey yok hem boşansan o nafakayla kime sığınacaksın küçücük bebeği kime emanet edipte işe gideceğim. Olmuyor arkadaşlar olmuyor öğüt vermekle olmuyor...
Kızım karnımdayken bile dayak yiyip başka koca bulmak için kovuldum bir ay betonda başka şehirde bir kutu peynirle bir ay gebelik yaşadım... Şimdiye kadar hala imrenirim hamilelere... Ama neden biliyor musunuz beni kimse şımartmadı kimse çalıp ta kapımı ihtiyacın var mı diye sormadı eşim bir iki saat uğrar diğer eşine koşardı... Kanamalardan hastaneye taksiyle gidip fiş kesen adama hemşireye doktora yakınınız nerede diye sorduklarında diyemedim kimsem yok diye. Yalan söyledim... Elimde serum dua ederken bebem ölmesin diye koca dediğim adam arayıp” nerdesin hı tamam. Mesajını görmedim engellemiştim seni, sen işin bitince gidersin taksiyle eve ben karıma dondurma alıyorum eve dönmem gerek” dediğini işitmek herhalde cehennemin dünyevi hali olmalı...

Günaha girip rabbim neden bana yardım etmiyorsun duymuyorsun sesimi diye feryat ettim her gece... Her kadının hayatındaki en mutlu günü bebeğini eline aldığı günken ben odamda koca müsvettesi kimsesiz girdim o soğuk ameliyat odasına... Çocuğumun doğduğu günü hatırlamasam keşke... Babasının ne onun ne de benim suratıma bakmadığı kıvrılıp uyuduğu için o ağlayan susmayan bebeği düğmeye basamayan seslenip kimsenin duymadığı ameliyat yerimin acısından ölürcesine yine o bebeciği kucağıma alıp hüngür hüngür ağladığımı keşke hiç hatırlamasam... Arabanın arkasında eve giderken kendimi ve bebeğimi dünyanın tek fazlasıymış gibi hissettiğimi, babası yüzüne bakmadığı evde babası başta olmak üzere ne bana ne bebeğime bakacak kimse olmadığı için bebeğimden nefret edip, günlerce suratına bakmadığım yeni doğan bir bebeciğe bağırdığımı, eğilipte altını değiştiremediğim için mamasını hazırlamak için kalkamadığımı bir su verenimiz olmadığını hatırlamasam keşke.


Babasının diğer çocuklarını savunmak için 2 yaşındaki bir bebeğe her gün beddua ettiğini niye yaptığını duymasam keşke.


En büyük keşkemde ne biliyor musunuz? Keşke ama keşke. Keşke gözümü kapasam açtığımda bu adamla evlenmemiş olsam kızım doğmamış olsaydı. Kınamayın hemen, onu istediğimden değil ondan başka kimsem yok koca hayatta. Ama öyle bir anne düşünün ki evladına her baktığında onu çok seven sahiplenen mutlu eden bir ailesi olsa diye hayaller kuran..


Öyle tatlı öyle sevimli bir şey ki babası beni dövdükten babasına dövme diye yalvardıktan hemen sonra yine de babasına koşup sarılıyor çünkü biliyor ki birazdan kapı kapanacak ve annesi kendini feda edip köpek gibi yalvarıp eziyetleri göze alıp çağırmadan hatta çağırsa bile günler sonra belki gelen bir babası var.


Daha bu yazdıklarım milyonda bir bile değil.
Neden mi yazıyorum bunları.
Ben üniversite mezunu öğretmen bir kadındım...

Ve öyle büyük bir hata yaptım ki Allah hak vermiş ikinci eş olarak gelmeyi diye çok sevdiği bir erkek tarafından kandırılıp imam nikâhıyla evlenip ailesini kandırmış aldatmış kaybetmiş bir aptalım...


Sakın ama sakın yapmayın bunu. Sonuç ne oldu biliyor musunuz? O çok sevdiğiniz adam şimdi en nefret ettiğiniz suratına bakınca kusacağınızı hissettiğiniz ama evladınız için mecbur olduğunuz adam olu verir. Her şey bitmiştir artık. Ya benim mutluluğum ya da kızımın. Ben kendimi kurban ettim kızım için ama gel gör ki yine mutsuz.


Yine yavlarıcam yine gurursuzca ayağına kapanacağım günler beni bekliyor... Neden mi çünkü gidecek sığınacak kimsem yok. Her şey kızım için. Bu eziyetlere kızım için katlanmak zorundayım ne olursunuz Allah rızası için tanımadığınız size hiçbir hakkı geçmeyen bu kadına eğer yüreğinizden geçtiyse kocası ona iyi davransın diye dua edin... Ve lütfen keşke diyecek hatalar yapmayın."
Gönderen: Büyük Hata

---------

Bir okur yorumu geldi bugün. Ben, sadece yorum olarak kalsın istemedim.
Herkesin acısı, derdi kendine göre büyüktür elbet. ama benim öğrendiğim şey, eğer ben mutlu değilsem evladımda mutlu olamıyor. bugün olmasa da yarın bunun sıkıntısı farklı bir yerden çıkıyor. 

Kimseye ve hiçbir şeye muhtaç olmadan yaşamak, özgürlük güzel şey. Hele ki imkanlar varken.   
Tavsiye vermek haddim olmasada, bir öneri olarak kabul et lütfen. Ve mutlu hissedeceğin hayatı yaşa. Öncelikle ailenle aranı düzelt. Sonra iş bul. Sen evladını nasıl bırakmazsan, emin ol onlarında içinde bir yer seni bıırakmayacaktır. Bizi ayakta ve bir arada tutan şey sevgi.
Kendine ve avladına bu eziyeti ve işkenceyi çektirme derim ben. Umarım en kısa zamanda kendine olan güvenin yerine gelir.

20.12.2011

Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali Başlıyor

Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali'ne başvurular başladı. Festivale yönetmeni veya yönetmenlerinden biri kadın olan uzun metraj, belgesel, kısa ve animasyon kategorilerinde filmler başvurabiliyor.

Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali başvurularını almaya başladı. Bu sene 15. yaşını kutlayacak festival, 10-17 Mayıs 2012'de Ankara'da gerçekleşecek.

Sinemada kadın emeğinin görünür kılınması amacıyla çıktığı yolda dünyanın dört bir köşesinden kadın yönetmenlerin filmlerini seyirciyle buluştururan festivale, yönetmeni veya yönetmenlerinden biri kadın olan filmler başvurabiliyor.

Başvurular 1 Mart'a kadar

Yapım yılı 2011-2012 olmak önkoşuluyla uzun metraj, belgesel, kısa ve animasyon kategorilerinde film başvuruları için son başvuru tarihi 1 Mart 2012.

Festivale başvurmak için filmlerin bir ön izleme DVD kopyası ile festival.ucansupurge.org adresinde yer alan başvuru formunu Uçan Süpürge adresine gönderilebilir.

* Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali; Büyükelçi Sok. No: 20/4 Kavaklıdere-06700, Ankara

Tel: 0312 427 00 20
Faks: 0312 466 55 61 

19.12.2011

Suçlu Olan Kim?


*Çok değil 1,5 sene kadar önce bazı araştırma sonuçları kullanılarak hazırlanmış bir yazı bu. Kullanılan araştırma sonuçları ise yine aynı dönemde; 29-30 Nisan 2010 tarihlerinde Yeni Yüzyıl Üniversitesi’nin düzenlediği “Cinsel Suç Kavramı ve Delillendirme” konulu sempozyumda İstanbul Adli Tıp Enstitüsü’nden Prof. Dr. Fatih Yavuz’un açıkladığı bilgilerden oluşmakta. 1,5 sene sonra bugün geldiğimiz noktadan baktığımızda en dikkat çeken nokta ise; araştırma sonuçlarına göre cinsel suçların ortaya çıkmama nedenlerinden biri olan “saldırganın cezalandırılmayacağı korkusu”nun yargı tarafından ete, kemiğe büründürülüp gerçek hale getirilmesi, kesinleşmesi! 13 yaşındayken 26 kişinin tecavüzüne uğrayan N.Ç'nin davasında inanılmaz bir gerekçeyle tecavüzcülere uygulanan ceza indirimi de bu durumun en iyi örneği!

***

Cinsel taciz ve tecavüz. Hep vardı ve hala da var. Ama son günlerde birbiri ardına patlak veren olaylar, özellikle çocuklara yönelik taciz ve tecavüz vakalarının sayısındaki hızlı artış ve gün yüzüne çıkan, çıkartılan dosyalar nedeniyle daha çok konuşulur, tartışılır oldu. Bir çocuğun bir başka çocuğa tecavüz edip öldürmesi ise bu konunun ne vahim ve tehlikeli bir boyuta geldiğinin en büyük kanıtı ne yazık ki...

Yapılanlar karşısındaki acı ve olabilecekler karşısındaki korku artık hepimizin yüreğine yerleşmiş durumda. Artık görmezden gelemeyeceğimiz, sessiz kalamayacağımız bu durum karşısında aslında pek çok olasılığın bizzat içimizde, evimizin içinde yer alabileceğini gösteren bir araştırmanın sonuçları açıklandı geçtiğimiz günlerde.

Yeni Yüzyıl Üniversitesi’nin 29-30 Nisan tarihlerinde düzenlediği “Cinsel Suç Kavramı ve Delillendirme” konulu sempozyumunda İstanbul Adli Tıp Enstitüsü’nden Prof. Dr. Fatih Yavuz’un açıkladığı araştırma sonuçlarına göre; saldırganların çoğu aslında içimizden biri.

Adli Tıp Enstitüsü’nün en küçüğü 1, en büyüğü ise 78 yaşında olan 1200 cinsel istismar mağduru arasında yaptığı araştırmada saldırıya uğrayanların yüzde 50’sinin çocuk ve saldırganların yüzde 90’ının ise tanıdık olduğu ortaya çıkmış durumda. Yine aynı araştırmada saldırının gerçekleştiği yerlere bakıldığında yüzde 60’ının saldırgan ya da mağdurun evi olduğunu görmekteyiz. Cinsel saldırının ortaya çıkmama nedenlerinin başında ise toplumun olumsuz yaklaşımı ve saldırı iddiasının ciddiye alınmayacağı korkusu yer almakta.

Yine Prof. Dr. Fatih Yavuz’un deyimiyle her yıl cinsel suçlarla ilgili adliyeye yansıyan davaların toplamı 13-18 bin arasında değişiyor. Yansımayanlar, yansıtılmayanlar düşünüldüğünde ise bu rakam neredeyse 20 katına yani 336 bin civarına ulaşıyor. Araştırmada yer alan diğer sonuçlar da aynı oranda çarpıcı ve düşündürücü.

Namus konusuna bu kadar önem verilen ve hatta uğruna acımasızca cinayetlerin işlendiği bir ülkede, cinsel taciz ve tecavüz olaylarında saldırganların büyük bir oranının tanıdık olması ve tüm bu saldırıların sonrasında toplumun olumsuz yaklaşımından korkularak sessiz kalınması büyük bir çelişki değil mi sizce de? Ve devletin bu çelişkiyi gidermek ve bu sorunu çözmek adına eğitim, yaptırım, ceza vb konularda bir an önce gerekli tedbirleri alması gerekirken, aksine bu çelişkinin devlete bağlı bazı merciler tarafından “kan davası olmasın” vb bahanelerle üstü örtülürmüşcesine sürdürülmesi ne kadar doğru?

Farkında mıyız acaba; bu çocuklar hepimizin. Bu çocuklar geleceğimiz bizim. Ne aileleri ne de devlet olarak kendi çocuklarımıza, kendi geleceğimize sahip çık/a/mıyor, hastalıklı ve ruhları zarar görmüş bir nesil yaratarak onların yüreklerini, masumiyetlerini yok edip vicdanlarımız kadar geleceğimizi de karartıyoruz. Kendi ellerimizle kendi çocuklarımızı cehenneme sokuyor ve orada onları yalnız bırakıyoruz. Peki böylesine bir cehennemin içersinde hangimiz yanmadan yaşayabilir ki?


ARAŞTIRMA SONUÇLARI:
MAĞDUR PROFİLİ:*Erişkin Kadın: %35-40
*Çocuk: %50
*Erişkin Erkek: %5
*Zihinsel Engelli: %3
*Yaşlı: %1-3

SALDIRININ GERÇEKLEŞTİĞİ YER:*Issız ve karanlık bir yer: %10
*Saldırgan ya da mağdurun evi: %60
*Bir başka ev: %20
*Diğer kapalı yerler: %20

ZORLAMA TÜRÜ:*Fiziksel şiddet: %50
*Tehdit ve korkutma: %20-50
*Hile-kandırma: %20

SALDIRGAN PROFİLİ:*Kadınlara yönelik: %75’i tanıdık
*Çocuklara yönelik: %90’ı tanıdık
*En küçük mağdur: 1 yaşında
*En büyük mağdur: 78 yaşında

CİNSEL SUÇLARIN ORTAYA ÇIKMAMA NEDENİ:*Toplumun olumsuz yaklaşımı
*İddiasının ciddiye alınmayacağı korkusu
*Saldırganın cezalandırılmayacağı korkusu
*Saldırganı zor durumda bırakmamak
*Saldırganın misilleme korkusu



**Konuyla ilgili bilgiler buradan alınmıştır.