İz bırakmak denince aklınıza ne geliyor?
Dünyada geçen sayılı günleriniz içinde ardınızda bıraktığınız birkaç mektup, biraz fotoğraf, sanal dünyanın sosyal paylaşım platformlarında paylaştığınız kısa günceleriniz, yaratıcı yönünüz güçlüyse ve şanslıysanız tanınır imzanızla süslü resimler, kitaplar ya da filmler, hayat izin verirse güzel bir evlilik, çocuklar, torunlar, mutlu ve mutsuz ilişkiler, dostların kulağına küpe olacak birkaç bilge cümle, hayatınıza değen birileriyle paylaşılmış ortak anlar mı?
Dışarısı yağmur çamura bulanmışken sırılsıklam evinize girdiğinizde, paspasın silmelere yetmediği çamurlu izleri antredeki kilimin üzerine bulaştırmak mı?
Gerçek ve mecaz anlamlarıyla, iz bırakmanın yaşama farklı yansımaları mı?
Bu kadarsa, şanslısınız.
Abu Dabi’li ya da Dubai’li bir kadın olsaydınız, kocanız sizi ve çocuklarınızı “terbiye etmek” için fiziksel şiddetle cezalandırdığında, bir yandan içiniz kanarken, “dışınızda” da bu darp anının kanlı izleri kalmış mı, bu izleri sürerek hukuki hakkınızı arayabilir misiniz diye düşünüyor olabilirdiniz.
(Birleşik Arap Emirlikleri Federal Yüksek Mahkemesi, bir erkeğin, karısını ve yetişkin olmayan çocuklarını "iz bırakmadan" dövebileceğine hükmetti.)
Pakistan’lı bir genç kız olsaydınız, gönül düşürdüğünüz adamın kalbinde bıraktığınız izler, onun sizi, ama sadece sizi seçerek evlenmesine yetmediği için, aileniz kaderinizle ilgili başka planlar yapmış olduğu için, şeriat hukuku öyle uygun gördüğü için, düğün gününüzü, evinizi ve yaşamınızı bir başka gelinle daha paylaşmak zorunda kalabilirdiniz.
(Pakistan'da iki aşkı arasında kalan ve hangisini tercih edeceği konusunda bir türlü karar veremeyen genç, sonunda aynı gün iki aşkıyla birden evlendi.)
İran’lı, İngiltere’de yaşayan bir kadın olsaydınız, kocanız, siz akla gelebilecek onlarca sebeple onunla birlikte olmak istemediğiniz bir gün, size zor kullanarak tecavüz etseydi, siz bunu hukuken suç sayan bir ülkede yaşıyor olmanıza rağmen, hangi akla hizmetse 2 yıldır Müslümanların ağırlıkta olduğu 5 büyük kentte şeriat mahkemeleri de resmi karar organları olarak görev yapıyor ve konuya ilişkin sizi suçlayan fetvalar veriyor olduğu için, boynunuzu büküp dudaklarınızı ısırarak, acıtılarak, “helaliniz” tarafından tecavüze uğramaya devam edebilirdiniz.
(İngiltere’deki İslami Şeriat Konseyi Başkanı Şeyh Malana Ebu Sayid, evlilik içi tecavüzün suç kapsamına girmeyeceğine ilişkin fetva verdi. Ebu Sayid, cinsel ilişkinin evliliğin bir parçası olduğunu söyleyerek, eşleri tarafından tecavüze uğradığını iddia eden kadınları yalancılıkla suçladı.)
Ben Türkiye’li bir kadınım. Bir yandan güçlü, geniş, derin, özel, çağdaş bir medeniyetin; öte yandan kararsız, yüzünü hangi yöne çevireceğini bir türlü çözememiş, karanlığın kıyısında duran bir coğrafyanın kızıyım.
İz bırakmak aklıma sadece sanatsal-yaşamsal dokunuşları, bir de yağmuru getiriyor diye şükran duyan, güçlü ve özgür duruşum; hümanist, feminizan, bilinçli aklımla çarpışınca yerle yeksan oluyor. Derin bir empati ve acıma duygusu, yükselen bir feryat gibi gündemle beslenen bir endişeye dönüşüyor.
Bu endişeli pencereden bu dehşet haberlere, haberlerin çeşitli gazetelerin internet sitelerinde okurlar tarafından yorumlanışına bakınca, rahatlamak şöyle dursun, şekilci yaklaşımlardan daha da irkiliyorum.
Bu haberlerin istisnasız tümünün altında, haberin insani boyutunu hiçe sayan yorumlar, haberin kendisini unutup, birbirinin yaşam biçimine sataşmalar almış gidiyor.
Birileri, bu haberleri açıklamaktan fersah fersah uzak bir tepkiyle, “türbana evet derken düşünecektiniz”lerden, diğer birileri, laiklik yandaşlarının şeriat hukukuna karşı çıkarak nasıl korkunç günahlara davetiye çıkardığından dem vuruyor.
İnanç ve erdemin ne kadar hoyratça tüketildiğini, yılların kötü yönetimiyle iyice azdırılarak nasıl dünyevi simgelere indirgendiğini düşünüyorum.
Özenle itildikleri uzak kutuplarda rüzgarları eken ekene...Bilmezler mi ki bu topraklarda rüzgar ektirenler şerbet içerken, rüzgar ekenler fırtına biçiyor?
Yazan: Eliza Doolittl
Kaynak:
21.10.2010
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)