25.11.2009

Bugün 25 Kasım...

Bugün 25 Kasım,
"Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Ve Dayanışma Günü"

1981 yılında BM Genel Kurulunda alınan bir karar ile 25 Kasım günü kadına yönelik şiddete karşı mücadele ve dayanışma günü olarak ilan edildi. O yıldan bu yana her 25 Kasımda dünyanın her yerinde kadın örgütleri ve insan hakları örgütleri şiddetin sonlanması için, yaşam hakkına saygı gösterilmesi için etkinlikler gerçekleştiriyor.


25 Kasımın kadına yönelik şiddete karşı uluslararası mücadele günü olarak ilan edilmesine vesile olan Mirabel kız kardeşlerin Dominik Cumhuriyet’inde rejim karşıtları olarak öldürülmesi olayının üzerinden yaklaşık 45 yıl geçti. Ne Mirabel kardeşler şiddete uğrayan ilk kadınlardı ne de toplumsal bir gösteriye katıldığı için Arjantin’de polisler tarafından yerlerde sürüklenen hamile kadın son şiddet mağduru. Kadına yönelik şiddet bütün kadınların ortak yaşadığı evrensel, yaygın, sistemli olarak bütün dünyada kullanılmaya devam ediyor.

Cinsiyete dayalı şiddet, uluslararası sözleşmeler yoluyla korunan evrensel insan haklarının ihlalidir. Bu ihlal, kişi güvenliği hakkının, en yüksek standartta fiziksel ve manevi sağlığa sahip olma hakkının, işkence, aşağılayıcı, insanlık dışı muamele yasağının ve yaşam hakkının doğrudan ihlali anlamına gelmektedir.

"Fiziksel, cinsel veya psikolojik zarar ya da acı ile sonuçlanan, ister özel alanda, ister kamusal alanda olsun, baskı veya özgürlüğün engellenmesi” olarak tanımlanan cinsiyete dayalı şiddet, kadınların erkeklerle eşit bir biçimde haklarını ve özgürlüklerini kullanmasını ciddi bir biçimde engelleyen bir ayrımcılık türüdür. Yalnızca özel alanda değil ama aynı zamanda toplumsal alanda da cinsiyete dayalı şiddet bir araç olarak kullanılmakta ve yeniden üretilmektedir. Devletlerin, hem özel alanda hem de kamusal alanda mevcut olan şiddeti görmezden gelmesi ise cinsiyete dayalı şiddeti sürekli kılan bir etkiye sahiptir. Bu çerçevede, cinsiyete dayalı şiddet, herhangi bir gelenek, görenek, din, kültür ve politik iktidarla mazur gösterilmemeli, temel insan hakları ihlali olarak tanınmalıdır.

İNSAN HAKLARI DERNEĞİ

~~~~~~

Ve istatistikler bile bu büyük gerçeği gözler önüne serer...


(*) "Doğumdan ölüme kadar, savaş zamanında olduğu kadar barış zamanında da kadınlar devlet, toplum ve ailelerinin ellerinden şiddet ve ayrımcılığa maruz kalıyor. Kadına yönelik şiddet,ülkemizde olduğu kadar dünyanın tüm toplumlarında da yaygın olarak rastlanan bir şiddet türü. Kadınlara yönelik şiddet evrensel olmakla birlikte, birçok kadın etnik kökeni, sınıfı, kültürü, cinsel kimliği ya da statüsü nedeniyle de hedef seçiliyor. Dünya geneline baktığımızda istatistikler ise korkunç. 15-40 yaş arası birçok kadının kanser, trafik kazaları ya da sıtma yerine toplumsal cinsiyet kökenli şiddet nedeniyle ölüyor ya da yaralanıyor. Her üç kadından biri, dövülüyor, cinsel ilişkiye zorlanıyor ya da taciz ediliyor. Kadın cinayet kurbanlarının yüzde 70'i erkek partnerleri tarafından dövülüyor. Kadına yönelik şiddet 'doğal' ya da 'kaçınılmaz' değil! Kadına yönelik şiddete yönelik şiddetin temelinde kadınlarla erkeklerin hayatın her alanında eşit olduğunu reddeden erkek egemen bakış açısı var. Kadına yönelik şiddet normal değildir, yasal değildir ve kabul edilebilir değildir ve de kadının ayıbı değildir. Kadına yönelik şiddetle mücadele, devletin en üst düzey yetkililerden bağımsız kişilere kadar herkesin sorumluluğudur"
~~~~~~~
Onların başına gelen ne tanıdık değil mi?

(*) 25 Kasım, Dominik Cumhuriyeti'nde,Salcedo'da Ojo de Agua adlı köyde doğmuş Trujillo diktatörlüğüne karşı mücadele eden Clandestina Hareketi'nin öncülerinden olan Patria, Minerva ve Maria Mirabel kardeşlerin sistem tarafından katledildiği tarihtir. Mirabel kız kardeşlerin, diktatörlüğün askerleri tarafından, tecavüz edildikten sonra vahşi bir şekilde katledildikleri, utanç gününün ve insanlık ayıbının yıl dönümüdür.


1960 yılının 25 Kasım'ında, Dominik Cumhuriyeti'nin kuzey bölgesinde, bir uçurumun dibinde üç kadının cesedi bulunur. Bunlar Mirabel kardeşlerdir. Ertesi sabah gazetelerde bu ölümlerin bir kaza sonucu meydana geldiğini anlatan bir haber çıkar. Ama gerçek göründüğü gibi değildir...

Mirabel kardeşler, ülkelerinde siyasal özgürlük için kararlılıkla mücadele ederek Latin Amerika'daki diktatör Rafael Leonidas Trujillo'ya meydan okur .Bu yüzden diktatörlük tarafından zulme uğrayarak pek çok kez hapsedilir ve en son olarak da 25 Kasım 1960 yılında arabalarından zorla indirilerek tecavüz ve işkenceyle katledilirler... Sonrasında, bu katliam kayıtlara "araba kazası" olarak geçecektir.

Mirabel kız kardeşlerden birinin kod adının Kelebek olmasından da esinlenerek; o günden sonra bu üç kız kardeş, gerek Dominik'te gerek dünya da "Kelebekler" adıyla efsaneleştirilerek anılmaya başlarlar.

Önce 1981'de Dominik'te toplanan Latin Amerika Kadın kurultayında; 25 Kasım , "Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele Ve Uluslararası Dayanışma Günü" olarak kabul edilir. Daha sonra 1985 yılında, BM tarafından "25 Kasım, kadına yönelik şiddetin yok edilmesi için uluslararası mücadele" günü ilan edilir.1981 den bu yana dünyanın dört bir köşesinden kadınlar, efsaneleşen bu üç kelebeği anıyorlar.

Toplumsal cinsiyet eşitsizliğine, ayrımcılığa, ataerkil toplumsal şiddete, aile içi şiddete, savaşa, ırkçılığa ve milliyetçiliğe,karşı; kadın dayanışmasını örüyor, seslerini yükseltiyorlar. Adeta kelebekçesine kanat çırparak uçmayı sürdürüyorlar....

23.11.2009

Bekaret

"Evlilikte kadında bulunması gereken vasıflar arasında ’bekaret’ de sayıldı. Buna göre Yargıtay 2. Hukuk Dairesi, bir davada kadının bakire olmadığı gerekçesiyle evliliği geçersiz saydı. Karar kocanın beyanına göre alındı."



.....


"Bu karar 5 üyeli dairede 3 üyenin oyuyla alındı. Karara karşı çıkan iki üye yazdıkları karşı oy yazısında, kadının bakire olduğu yönünde aldığı doktor raporuna dikkat çekti ve “Tıbbi bulgular karşısında davacı tanıklarının soyut ifadelerine dayanılarak davalının bakire çıkmadığının kabulü olanaksızdır” diyerek yerel mahkemenin boşanma kararının onanmasını istediler. Yani bu iki üye de esas olarak bakireliğin kadında bulunması gereken bir vasıf olduğu yönündeki diğer 3 üyenin görüşüne itiraz etmedi, sadece kadının bakire olduğunu söyleyen raporun göz önüne alınması gerektiğini savundu."


Er milleti, namusu zara bağlayıp durdukça, kız milleti de zarı korumak adına anal seks yapıyor. Pek çok erkeğin elinde arkası yol geçen hanı olmuş bakire kızlar var ve işin aslı bunu hakediyorlar. Günün alkışı erkeğe hak ettiğini veren bakire kızlara gelsin.

 
Bu yazı daha önce Esrik Öfke blogunda yayımlanmıştır. Kendisine yayımlama izni için teşekkür ederiz.

19.11.2009

Yetiştirdiğiniz Çocuklara Dikkat

8. sınıfın son günüydü. Son günü ve ben tacize uğradım, yaşıtım tarafından evet. Bilerek yapılmış bir şey olduğundan emindim ama bunu kimin yaptığını bir türlü bulamadım. Kalabalıktık ve sınıfa girmek üzereydik son kez. Bir el arkadan yanaştı ve evet dokundu sertçe. Arkamı döndüğümde bir sürü kişi arasından bana dokunanın kim olduğunu bulamadım ve mecburen sınıfa girdim ama son dersim ziyan oldu ve tabii tacizle tanışmak zorunda kaldım.

Liseye başladım. Arka sıramda oturan çocuk, dizini bilerek arkama değdirdi özellikle evet. Ne olduğumu anlayamadım birden döndüm ona, pis sırıtışı hâlâ gözümün önünde. Diyemedim öğretmene. Arkadaşlar öğrenir, pis ergenler benimle dalga geçer, işler daha da sarpa sarar diyerek söyleyemedim. Hata ettim söylemeliydim kesinlikle onu rezil etmeliydim.

Yine lisedeyiz. Beden eğitimi dersinde basketbol oynamaya kalktık. Arkadaşım benden top çalacaktı güya, bilerek yine bilerek evet, top çalma bahanesiyle sürtündü bana. Hayır dedim yok değildir basketbol oynuyoruz şunun şurasında, ama öyle değildi, emin olduğumda oyundan çıkmak zorunda kaldım.

Yine beden eğitimi dersi.. Koşuyoruz. Dur komutu geldiğinde duruyorum ama arkadaki erkek çocuk bilerek durmuyor ve sırtıma atlayarak boynuma sarılıyor. Bu birkaç kez böyle oluyor, uyarıyorum, yok, öğretmene söyledim bu sefer ama ders bitmişti bile. Öğretmen bir şey söylemiyor.

Yine lisedeyiz. Duvar kenarında oturuyorum. Montlarını almak için yanımdan geçmek zorunda arkadaşlar. Yanımdan geçerken bilerek ve isteyerek sürtünüyor yine aynı çocuk.

Bunları neden anlattım, birilerinin liseli kız fantezileri ayaklansın o minicik çükleri hareketlensin diye değil.. Kadınlar, anne oluyorsunuz, bu çocukları siz yetiştiriyorsunuz..! Babalar, baba oluyorsunuz bu çocukları siz yetiştiriyorsunuz. Evet bu çocuklar bizim eserimiz. "Oğlum, sen bir tanesin."den daha sağlıklı eğitim vermek gerek. O bir tane ama başkaları da bir tane. O dünyadaki tek kişi değil, sizin her şeyiniz olabilir ama herhangi biri için sadece bir çocuk/yetişkin ama dahası değil. Kadına saygı duymayı öğretmek zorundayız. Sağlıksız erkekleri yetiştiren de anne, baba.. Elimizden gelenin fazlasını yapmak zorundayız.

Yoksa şu saçmalıkları o biricik oğlunuzun yaşatmaması için bir engel yok değil mi görünürde, ya da yaşamaması.?

Bu anlattığım olaylarda benim hatam yok mu? Var. Sessiz kaldım, o minicik beyinlerine acıdım. Kalıcı hasar kalmasın bünyelerinde istedim zannettim ki susarsam utanırlar ama yok, bunların hiçbiri olmadı. Bana kimse böyle bir durumda ne yapmam gerektiğini öğretmemiş, ben "kadın kuyruk sallamazsa..."yla büyümüşüm korkmuşum öyle düşünür herkes diye. Çünkü beni de bilinçsiz bir anne büyüttü.!!

Zamanınız, imkanınız varken anlatın kızlarınıza, oğullarınıza.. Hem haklarını aramayı hem de bir kadına nasıl davranılması gerektiğini ve en önemlisi bir insana.


Not: Sizin de anlatmak istediğiniz hikayeniz, söylemek istediğiniz sözünüz varsa kadinlaryaziyor@gmail.com adresine mail yoluyla iletin, herkes okusun.

13.11.2009

Kadın olmak...
İçine alıp, içinden çıkartmak...

10.11.2009

Sahipsiz

PaNDoRa,  kendi blog sitesinde bir yazı yayınlamıştı ve rica ettim burada da yayınlanması için ve buyrun işte o yazı:
Bazı kişilerin hayatları en başından “talihsizliklerle” başlar.Talihsizliklerle başlayan hayat neredeyse “sonsuza” dek o şekilde devam eder.
Kişinin yüzü kolay kolay “gülmez”
İşte o kişilerden birisidir D. Aynı zamanda da çok sevdiğim, değer verdiğim, 20 yılı aşkındır tanıdığım bir arkadaşımdır. İç burkan bir hikâyesi vardır onun… Oturup saatlerce anlatır da, söyleyecek tek kelime bulamazsınız dinlerken. Kendine güvenini çoktan yitirmiş, önce ailesi, sonra eşi ve eşinin ailesi tarafından pasifize edilmiş, hor görülmüş, aşağılanmış, şiddet görmüş, yuhalanmış, ezilmiş hep ezilmiş hala da aynı şekilde devam eden bir hayatı vardır D’nin. İlkokulu 2. Sınıfta iken terk etmek zorunda kalmış ve yıllar geçmiş olmasına rağmen hala içi gider bir öğrenci gördüğünde.
26 Yıl evvel D. 14 yaşında o zamanki mahalleden bir komşu abisi (şimdiki eşi) tarafından kaçırılmış ve arkadaşları sokaklarda evcilik oynarken maalesef ailesinin de baskısı ile o erkeğe eş olmuş…  Semtin kız çocuğu iken, aynı semtin kadını olmuş. Henüz hiçbir şeyi bilmiyorken…  Hiçbir şey(!) Hayalleri olmamışken, gençlik nedir bilmemişken. Ne kötü… En kötüsü de annesinin “Bir boğaz eksilir” düşüncesi ile kızını zorla kaçıran adamla evlenmeye zorlamasıdır aslında.
Çok mutsuz bir gelin olmuş D. gelin olmak dahi istememiş ki zaten.
Evinin kadını olmuş fakat çok özenirmiş sokakta oynayan arkadaşlarına. Öyle ya, o da henüz bir oyun çocuğu değil mi ki? Özendikçe ağlar, ağladıkça ağlayası da gelirmiş. Birkaç kez tutamamış kendini kaynaşmış yine eskisi gibi oyun arkadaşları ile ama her seferinde kayınpederinin çirkin sesi ve zehir gibi kelimelerini kulaklarında ve o herkesin içinde daha da acıtan tekmesini de poposunda hissederek gerçeğe dönermiş “Seni gidi kahpe it’in evladı, yürü lan evine. Başımızı belaya mı sokacaksın sen?”…  Kahpe… İt’in evladı… Kahpe… İt’in evladı… Kahpe ben, İt babamDönem dönem babasının bir “it” olduğunu kendisi de söyler gerçi “Bırakıp gitti bizi o “H” orosp…  yüzünden, 5 çocuğunu da bıraktı gitti. Bugün bunları yaşıyorsam babamdır tek suçlusu” der. Söylenir, söylenir babasına…

“Bunlar” derken nelerden bahsediyor biliyor musunuz?
Kocasının zorla cinsel ilişkiye zorlamaları. (İlk kaçırdığı gün dahil, hem de D. o gün muayyen günündeyken).
Kocasından, kayınpederinden yediği dayaklar ve aşağılayıcı ifadeler.
Kayınvalidesinden duyduğu “Senin anan da böyleydi zaten, sümsüklüğün ona çekmiş” ithamları.
Sonrasında yine kocasının “Onlar bizim büyüklerimiz, karşı gelemeyiz” diyerek ailesinden arka çıkmaları.
Annesine gidip derdini anlatmaya çalıştığı zamanlarda duyduğu, duyarken de etini lime lime kesiyorlarmış gibi hissettiği “O senin kocan döver de, sever de sakın ha sakın yuvanı bozmayı aklından bile geçirme” nasihatleri. Annesinin bu tutumunu bana “Annem böyle söylemekte haklı. O ne yapsın evlendiği adam bizi hiç istemedi ki, korkuyor şimdi bizim yüzümüzden huzuru bozulacak diye” şeklinde açıklamıştı.
Tabii ya, annesinin huzuru bozulmamalıydı. Hem o artık kocaman bir kadındı. E-ee zaten kendisi de böyle şeyler yaşamıştı ki. Bu hayatta kadın olmak zordu. Kısmetinde ne varsa D’de bunu yaşayacaktı. Yaşıyordu, yaşamaya devam edecekti…
Her konuda kendisini suçlu bulması ve kendi kendini günah keçisi ilan etmesi bir insanın ne kadar da acı…
Henüz 16 yaşındayken ilk çocuğuna hamile kaldı D.
Hamileydi… 8 Aylık olmuştu karnında taşıdığı parçası. Doktora götürülmediği için ölen bebeğinin neredeyse kendisini de zehirleyerek öldüreceğini fenalaşıp da apar topar hastaneye kaldırıldığında öğrenmişti. Kızmıştı Dr. D’ye “Bu ne ihmalkârlık” diye, ama onun bir suçu yoktu ki. Götürmemişlerdi işte. Ne isteyerek, ne de zorladığı halde… Sinirleri çok yıpranmıştı bu yaşanılandan sonra. Aklı yerinde yoktu sanki. Sevmediği kocası ile her gün yaşadığı sorunlarına, sıkıntılarına yenileri eklenmişti. Bir akşam kavga çıkarmış ve “Sokakta yaşamak bundan daha iyidir” diye düşünerek hiddetlenmişti daha da, kendini kaybetmişti hiddetiyle. Ta ki bacağında derin, ıslak ve kırmızı bir acı hissedince geçmişti hiddeti. Gördüğü manzara da gürül gürül akan kan ve kana bulanmış bir bıçak vardı. Mutfağında sebze ve meyvesi için elinden düşmeyen bıçağı bacağındaydı şimdi. Bacağından çıktığı gibi de boğazına dayanmıştı “Eğer bu olanı kimseye anlatırsan, seni öldürürüm” kelimeleri de kulağında. Kısa bir süre sonra korkudan zangır zangır titrerken bir yandan da hastanedeki uzmanlara olayın nasıl olduğunu uyduruyordu D. “Üzerine düştüm, nasıl oldu bilmiyorum, farkında değilim”… İnanmıyorlardı fakat başka şansları yoktu dinleyenlerin, inanmış gibi yapmaktan.
Kapılar üzerine kilitlenmeye de başlamıştı evinde artık. Esir miydi, o evin bir bireyi mi bilemiyordu? Çok yalnızdı, çok güçsüz. Mücadele edemiyordu hiçbir şeyle. Öyle ya, mücadele edebilmesi için biraz kendine güvenmesi, biraz da çevresinden destek görmesi gerekmez miydi? Bunların hiç biri yoktu onda. Birilerinin ona değer vermesi, insan yerine konması… Yoktu bunlar… Hiç olmamıştı… O kadar şanssızdı ki…
Yıllar içinde benzeri birçok olay yaşamış ve kabullenmişti artık bu hayatın ona sadece zulüm vereceğini.  “Baştan kaybetmiştim ki ben, İt babam hepimizi bırakıp da o “H” orosp…’nun peşinden gittiğinde kaybetmiştim. Her şeye rağmen sıkı sıkı sarılabilirdik ama Gülcan, kenetlenebilirdik geride kalanlarla. Onlar yanaşmadı buna, herkes kendi derdine düştü. Daha iyi yerlerde olabilirdim. Ahh, bir fırsat verselerdi. Ahh, ahhh” diye hayıflanır sık sık… Hayıflanır da hala…
Hiçbir şey için geç olmadığını anlatmakla uğraşır dururum yıllardır D’ye. Güven vermeye çalışırım, güvenini yerine getirmeye değil. Hiç elde edememiş o muhteşem duyguyu…
Toplumumuz ya da dünyada tek örnek değil aslında D. Milyonlarca kadın var benzer olayları, hatta ve hatta daha kötülerini yaşayan. Sonu ölümle sonuçlananları da var biliyorsunuz. Özellikle son zamanlarda o kadar sık duyuyoruz ki ”Eşi tarafından öldürüldü” ya da “Ağabeyi tarafından öldürüldü” vs. vs. diye… Çoğu zaman kadın olmak suçmuş gibi şu hayatta…
Gazetede, TV’de kısaca basında sık sık benzer haberleri duyarız değil mi? Bir düşünsenize uzaktan duymak nasıl da üzüyor insanı. Fakat yaşananlara yakinen şahit olmak ve yanı sıra da çaresiz kalmak çok acıtıyor. Çok fazla…
Bu yaşanılan gerçek öykünün ana sorunlarından birisini “Sahipsizlik” olarak nitelendirebiliriz. Devletin ve ailenin, bireyi sahiplenmemesi ve bağlantılı olarak kişinin de kendisine eğitimsizliğinden dolayı sahip çıkamayışı. Haa bir de cehalet ve kötü niyetin birleşip insan kalbini ele geçirmesi.

Bu yazı daha önce alargu.blogspot.com/ adresinde yayınlandı.