25.11.2009

Bugün 25 Kasım...

Bugün 25 Kasım,
"Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Ve Dayanışma Günü"

1981 yılında BM Genel Kurulunda alınan bir karar ile 25 Kasım günü kadına yönelik şiddete karşı mücadele ve dayanışma günü olarak ilan edildi. O yıldan bu yana her 25 Kasımda dünyanın her yerinde kadın örgütleri ve insan hakları örgütleri şiddetin sonlanması için, yaşam hakkına saygı gösterilmesi için etkinlikler gerçekleştiriyor.


25 Kasımın kadına yönelik şiddete karşı uluslararası mücadele günü olarak ilan edilmesine vesile olan Mirabel kız kardeşlerin Dominik Cumhuriyet’inde rejim karşıtları olarak öldürülmesi olayının üzerinden yaklaşık 45 yıl geçti. Ne Mirabel kardeşler şiddete uğrayan ilk kadınlardı ne de toplumsal bir gösteriye katıldığı için Arjantin’de polisler tarafından yerlerde sürüklenen hamile kadın son şiddet mağduru. Kadına yönelik şiddet bütün kadınların ortak yaşadığı evrensel, yaygın, sistemli olarak bütün dünyada kullanılmaya devam ediyor.

Cinsiyete dayalı şiddet, uluslararası sözleşmeler yoluyla korunan evrensel insan haklarının ihlalidir. Bu ihlal, kişi güvenliği hakkının, en yüksek standartta fiziksel ve manevi sağlığa sahip olma hakkının, işkence, aşağılayıcı, insanlık dışı muamele yasağının ve yaşam hakkının doğrudan ihlali anlamına gelmektedir.

"Fiziksel, cinsel veya psikolojik zarar ya da acı ile sonuçlanan, ister özel alanda, ister kamusal alanda olsun, baskı veya özgürlüğün engellenmesi” olarak tanımlanan cinsiyete dayalı şiddet, kadınların erkeklerle eşit bir biçimde haklarını ve özgürlüklerini kullanmasını ciddi bir biçimde engelleyen bir ayrımcılık türüdür. Yalnızca özel alanda değil ama aynı zamanda toplumsal alanda da cinsiyete dayalı şiddet bir araç olarak kullanılmakta ve yeniden üretilmektedir. Devletlerin, hem özel alanda hem de kamusal alanda mevcut olan şiddeti görmezden gelmesi ise cinsiyete dayalı şiddeti sürekli kılan bir etkiye sahiptir. Bu çerçevede, cinsiyete dayalı şiddet, herhangi bir gelenek, görenek, din, kültür ve politik iktidarla mazur gösterilmemeli, temel insan hakları ihlali olarak tanınmalıdır.

İNSAN HAKLARI DERNEĞİ

~~~~~~

Ve istatistikler bile bu büyük gerçeği gözler önüne serer...


(*) "Doğumdan ölüme kadar, savaş zamanında olduğu kadar barış zamanında da kadınlar devlet, toplum ve ailelerinin ellerinden şiddet ve ayrımcılığa maruz kalıyor. Kadına yönelik şiddet,ülkemizde olduğu kadar dünyanın tüm toplumlarında da yaygın olarak rastlanan bir şiddet türü. Kadınlara yönelik şiddet evrensel olmakla birlikte, birçok kadın etnik kökeni, sınıfı, kültürü, cinsel kimliği ya da statüsü nedeniyle de hedef seçiliyor. Dünya geneline baktığımızda istatistikler ise korkunç. 15-40 yaş arası birçok kadının kanser, trafik kazaları ya da sıtma yerine toplumsal cinsiyet kökenli şiddet nedeniyle ölüyor ya da yaralanıyor. Her üç kadından biri, dövülüyor, cinsel ilişkiye zorlanıyor ya da taciz ediliyor. Kadın cinayet kurbanlarının yüzde 70'i erkek partnerleri tarafından dövülüyor. Kadına yönelik şiddet 'doğal' ya da 'kaçınılmaz' değil! Kadına yönelik şiddete yönelik şiddetin temelinde kadınlarla erkeklerin hayatın her alanında eşit olduğunu reddeden erkek egemen bakış açısı var. Kadına yönelik şiddet normal değildir, yasal değildir ve kabul edilebilir değildir ve de kadının ayıbı değildir. Kadına yönelik şiddetle mücadele, devletin en üst düzey yetkililerden bağımsız kişilere kadar herkesin sorumluluğudur"
~~~~~~~
Onların başına gelen ne tanıdık değil mi?

(*) 25 Kasım, Dominik Cumhuriyeti'nde,Salcedo'da Ojo de Agua adlı köyde doğmuş Trujillo diktatörlüğüne karşı mücadele eden Clandestina Hareketi'nin öncülerinden olan Patria, Minerva ve Maria Mirabel kardeşlerin sistem tarafından katledildiği tarihtir. Mirabel kız kardeşlerin, diktatörlüğün askerleri tarafından, tecavüz edildikten sonra vahşi bir şekilde katledildikleri, utanç gününün ve insanlık ayıbının yıl dönümüdür.


1960 yılının 25 Kasım'ında, Dominik Cumhuriyeti'nin kuzey bölgesinde, bir uçurumun dibinde üç kadının cesedi bulunur. Bunlar Mirabel kardeşlerdir. Ertesi sabah gazetelerde bu ölümlerin bir kaza sonucu meydana geldiğini anlatan bir haber çıkar. Ama gerçek göründüğü gibi değildir...

Mirabel kardeşler, ülkelerinde siyasal özgürlük için kararlılıkla mücadele ederek Latin Amerika'daki diktatör Rafael Leonidas Trujillo'ya meydan okur .Bu yüzden diktatörlük tarafından zulme uğrayarak pek çok kez hapsedilir ve en son olarak da 25 Kasım 1960 yılında arabalarından zorla indirilerek tecavüz ve işkenceyle katledilirler... Sonrasında, bu katliam kayıtlara "araba kazası" olarak geçecektir.

Mirabel kız kardeşlerden birinin kod adının Kelebek olmasından da esinlenerek; o günden sonra bu üç kız kardeş, gerek Dominik'te gerek dünya da "Kelebekler" adıyla efsaneleştirilerek anılmaya başlarlar.

Önce 1981'de Dominik'te toplanan Latin Amerika Kadın kurultayında; 25 Kasım , "Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele Ve Uluslararası Dayanışma Günü" olarak kabul edilir. Daha sonra 1985 yılında, BM tarafından "25 Kasım, kadına yönelik şiddetin yok edilmesi için uluslararası mücadele" günü ilan edilir.1981 den bu yana dünyanın dört bir köşesinden kadınlar, efsaneleşen bu üç kelebeği anıyorlar.

Toplumsal cinsiyet eşitsizliğine, ayrımcılığa, ataerkil toplumsal şiddete, aile içi şiddete, savaşa, ırkçılığa ve milliyetçiliğe,karşı; kadın dayanışmasını örüyor, seslerini yükseltiyorlar. Adeta kelebekçesine kanat çırparak uçmayı sürdürüyorlar....

23.11.2009

Bekaret

"Evlilikte kadında bulunması gereken vasıflar arasında ’bekaret’ de sayıldı. Buna göre Yargıtay 2. Hukuk Dairesi, bir davada kadının bakire olmadığı gerekçesiyle evliliği geçersiz saydı. Karar kocanın beyanına göre alındı."



.....


"Bu karar 5 üyeli dairede 3 üyenin oyuyla alındı. Karara karşı çıkan iki üye yazdıkları karşı oy yazısında, kadının bakire olduğu yönünde aldığı doktor raporuna dikkat çekti ve “Tıbbi bulgular karşısında davacı tanıklarının soyut ifadelerine dayanılarak davalının bakire çıkmadığının kabulü olanaksızdır” diyerek yerel mahkemenin boşanma kararının onanmasını istediler. Yani bu iki üye de esas olarak bakireliğin kadında bulunması gereken bir vasıf olduğu yönündeki diğer 3 üyenin görüşüne itiraz etmedi, sadece kadının bakire olduğunu söyleyen raporun göz önüne alınması gerektiğini savundu."


Er milleti, namusu zara bağlayıp durdukça, kız milleti de zarı korumak adına anal seks yapıyor. Pek çok erkeğin elinde arkası yol geçen hanı olmuş bakire kızlar var ve işin aslı bunu hakediyorlar. Günün alkışı erkeğe hak ettiğini veren bakire kızlara gelsin.

 
Bu yazı daha önce Esrik Öfke blogunda yayımlanmıştır. Kendisine yayımlama izni için teşekkür ederiz.

19.11.2009

Yetiştirdiğiniz Çocuklara Dikkat

8. sınıfın son günüydü. Son günü ve ben tacize uğradım, yaşıtım tarafından evet. Bilerek yapılmış bir şey olduğundan emindim ama bunu kimin yaptığını bir türlü bulamadım. Kalabalıktık ve sınıfa girmek üzereydik son kez. Bir el arkadan yanaştı ve evet dokundu sertçe. Arkamı döndüğümde bir sürü kişi arasından bana dokunanın kim olduğunu bulamadım ve mecburen sınıfa girdim ama son dersim ziyan oldu ve tabii tacizle tanışmak zorunda kaldım.

Liseye başladım. Arka sıramda oturan çocuk, dizini bilerek arkama değdirdi özellikle evet. Ne olduğumu anlayamadım birden döndüm ona, pis sırıtışı hâlâ gözümün önünde. Diyemedim öğretmene. Arkadaşlar öğrenir, pis ergenler benimle dalga geçer, işler daha da sarpa sarar diyerek söyleyemedim. Hata ettim söylemeliydim kesinlikle onu rezil etmeliydim.

Yine lisedeyiz. Beden eğitimi dersinde basketbol oynamaya kalktık. Arkadaşım benden top çalacaktı güya, bilerek yine bilerek evet, top çalma bahanesiyle sürtündü bana. Hayır dedim yok değildir basketbol oynuyoruz şunun şurasında, ama öyle değildi, emin olduğumda oyundan çıkmak zorunda kaldım.

Yine beden eğitimi dersi.. Koşuyoruz. Dur komutu geldiğinde duruyorum ama arkadaki erkek çocuk bilerek durmuyor ve sırtıma atlayarak boynuma sarılıyor. Bu birkaç kez böyle oluyor, uyarıyorum, yok, öğretmene söyledim bu sefer ama ders bitmişti bile. Öğretmen bir şey söylemiyor.

Yine lisedeyiz. Duvar kenarında oturuyorum. Montlarını almak için yanımdan geçmek zorunda arkadaşlar. Yanımdan geçerken bilerek ve isteyerek sürtünüyor yine aynı çocuk.

Bunları neden anlattım, birilerinin liseli kız fantezileri ayaklansın o minicik çükleri hareketlensin diye değil.. Kadınlar, anne oluyorsunuz, bu çocukları siz yetiştiriyorsunuz..! Babalar, baba oluyorsunuz bu çocukları siz yetiştiriyorsunuz. Evet bu çocuklar bizim eserimiz. "Oğlum, sen bir tanesin."den daha sağlıklı eğitim vermek gerek. O bir tane ama başkaları da bir tane. O dünyadaki tek kişi değil, sizin her şeyiniz olabilir ama herhangi biri için sadece bir çocuk/yetişkin ama dahası değil. Kadına saygı duymayı öğretmek zorundayız. Sağlıksız erkekleri yetiştiren de anne, baba.. Elimizden gelenin fazlasını yapmak zorundayız.

Yoksa şu saçmalıkları o biricik oğlunuzun yaşatmaması için bir engel yok değil mi görünürde, ya da yaşamaması.?

Bu anlattığım olaylarda benim hatam yok mu? Var. Sessiz kaldım, o minicik beyinlerine acıdım. Kalıcı hasar kalmasın bünyelerinde istedim zannettim ki susarsam utanırlar ama yok, bunların hiçbiri olmadı. Bana kimse böyle bir durumda ne yapmam gerektiğini öğretmemiş, ben "kadın kuyruk sallamazsa..."yla büyümüşüm korkmuşum öyle düşünür herkes diye. Çünkü beni de bilinçsiz bir anne büyüttü.!!

Zamanınız, imkanınız varken anlatın kızlarınıza, oğullarınıza.. Hem haklarını aramayı hem de bir kadına nasıl davranılması gerektiğini ve en önemlisi bir insana.


Not: Sizin de anlatmak istediğiniz hikayeniz, söylemek istediğiniz sözünüz varsa kadinlaryaziyor@gmail.com adresine mail yoluyla iletin, herkes okusun.

13.11.2009

Kadın olmak...
İçine alıp, içinden çıkartmak...

10.11.2009

Sahipsiz

PaNDoRa,  kendi blog sitesinde bir yazı yayınlamıştı ve rica ettim burada da yayınlanması için ve buyrun işte o yazı:
Bazı kişilerin hayatları en başından “talihsizliklerle” başlar.Talihsizliklerle başlayan hayat neredeyse “sonsuza” dek o şekilde devam eder.
Kişinin yüzü kolay kolay “gülmez”
İşte o kişilerden birisidir D. Aynı zamanda da çok sevdiğim, değer verdiğim, 20 yılı aşkındır tanıdığım bir arkadaşımdır. İç burkan bir hikâyesi vardır onun… Oturup saatlerce anlatır da, söyleyecek tek kelime bulamazsınız dinlerken. Kendine güvenini çoktan yitirmiş, önce ailesi, sonra eşi ve eşinin ailesi tarafından pasifize edilmiş, hor görülmüş, aşağılanmış, şiddet görmüş, yuhalanmış, ezilmiş hep ezilmiş hala da aynı şekilde devam eden bir hayatı vardır D’nin. İlkokulu 2. Sınıfta iken terk etmek zorunda kalmış ve yıllar geçmiş olmasına rağmen hala içi gider bir öğrenci gördüğünde.
26 Yıl evvel D. 14 yaşında o zamanki mahalleden bir komşu abisi (şimdiki eşi) tarafından kaçırılmış ve arkadaşları sokaklarda evcilik oynarken maalesef ailesinin de baskısı ile o erkeğe eş olmuş…  Semtin kız çocuğu iken, aynı semtin kadını olmuş. Henüz hiçbir şeyi bilmiyorken…  Hiçbir şey(!) Hayalleri olmamışken, gençlik nedir bilmemişken. Ne kötü… En kötüsü de annesinin “Bir boğaz eksilir” düşüncesi ile kızını zorla kaçıran adamla evlenmeye zorlamasıdır aslında.
Çok mutsuz bir gelin olmuş D. gelin olmak dahi istememiş ki zaten.
Evinin kadını olmuş fakat çok özenirmiş sokakta oynayan arkadaşlarına. Öyle ya, o da henüz bir oyun çocuğu değil mi ki? Özendikçe ağlar, ağladıkça ağlayası da gelirmiş. Birkaç kez tutamamış kendini kaynaşmış yine eskisi gibi oyun arkadaşları ile ama her seferinde kayınpederinin çirkin sesi ve zehir gibi kelimelerini kulaklarında ve o herkesin içinde daha da acıtan tekmesini de poposunda hissederek gerçeğe dönermiş “Seni gidi kahpe it’in evladı, yürü lan evine. Başımızı belaya mı sokacaksın sen?”…  Kahpe… İt’in evladı… Kahpe… İt’in evladı… Kahpe ben, İt babamDönem dönem babasının bir “it” olduğunu kendisi de söyler gerçi “Bırakıp gitti bizi o “H” orosp…  yüzünden, 5 çocuğunu da bıraktı gitti. Bugün bunları yaşıyorsam babamdır tek suçlusu” der. Söylenir, söylenir babasına…

“Bunlar” derken nelerden bahsediyor biliyor musunuz?
Kocasının zorla cinsel ilişkiye zorlamaları. (İlk kaçırdığı gün dahil, hem de D. o gün muayyen günündeyken).
Kocasından, kayınpederinden yediği dayaklar ve aşağılayıcı ifadeler.
Kayınvalidesinden duyduğu “Senin anan da böyleydi zaten, sümsüklüğün ona çekmiş” ithamları.
Sonrasında yine kocasının “Onlar bizim büyüklerimiz, karşı gelemeyiz” diyerek ailesinden arka çıkmaları.
Annesine gidip derdini anlatmaya çalıştığı zamanlarda duyduğu, duyarken de etini lime lime kesiyorlarmış gibi hissettiği “O senin kocan döver de, sever de sakın ha sakın yuvanı bozmayı aklından bile geçirme” nasihatleri. Annesinin bu tutumunu bana “Annem böyle söylemekte haklı. O ne yapsın evlendiği adam bizi hiç istemedi ki, korkuyor şimdi bizim yüzümüzden huzuru bozulacak diye” şeklinde açıklamıştı.
Tabii ya, annesinin huzuru bozulmamalıydı. Hem o artık kocaman bir kadındı. E-ee zaten kendisi de böyle şeyler yaşamıştı ki. Bu hayatta kadın olmak zordu. Kısmetinde ne varsa D’de bunu yaşayacaktı. Yaşıyordu, yaşamaya devam edecekti…
Her konuda kendisini suçlu bulması ve kendi kendini günah keçisi ilan etmesi bir insanın ne kadar da acı…
Henüz 16 yaşındayken ilk çocuğuna hamile kaldı D.
Hamileydi… 8 Aylık olmuştu karnında taşıdığı parçası. Doktora götürülmediği için ölen bebeğinin neredeyse kendisini de zehirleyerek öldüreceğini fenalaşıp da apar topar hastaneye kaldırıldığında öğrenmişti. Kızmıştı Dr. D’ye “Bu ne ihmalkârlık” diye, ama onun bir suçu yoktu ki. Götürmemişlerdi işte. Ne isteyerek, ne de zorladığı halde… Sinirleri çok yıpranmıştı bu yaşanılandan sonra. Aklı yerinde yoktu sanki. Sevmediği kocası ile her gün yaşadığı sorunlarına, sıkıntılarına yenileri eklenmişti. Bir akşam kavga çıkarmış ve “Sokakta yaşamak bundan daha iyidir” diye düşünerek hiddetlenmişti daha da, kendini kaybetmişti hiddetiyle. Ta ki bacağında derin, ıslak ve kırmızı bir acı hissedince geçmişti hiddeti. Gördüğü manzara da gürül gürül akan kan ve kana bulanmış bir bıçak vardı. Mutfağında sebze ve meyvesi için elinden düşmeyen bıçağı bacağındaydı şimdi. Bacağından çıktığı gibi de boğazına dayanmıştı “Eğer bu olanı kimseye anlatırsan, seni öldürürüm” kelimeleri de kulağında. Kısa bir süre sonra korkudan zangır zangır titrerken bir yandan da hastanedeki uzmanlara olayın nasıl olduğunu uyduruyordu D. “Üzerine düştüm, nasıl oldu bilmiyorum, farkında değilim”… İnanmıyorlardı fakat başka şansları yoktu dinleyenlerin, inanmış gibi yapmaktan.
Kapılar üzerine kilitlenmeye de başlamıştı evinde artık. Esir miydi, o evin bir bireyi mi bilemiyordu? Çok yalnızdı, çok güçsüz. Mücadele edemiyordu hiçbir şeyle. Öyle ya, mücadele edebilmesi için biraz kendine güvenmesi, biraz da çevresinden destek görmesi gerekmez miydi? Bunların hiç biri yoktu onda. Birilerinin ona değer vermesi, insan yerine konması… Yoktu bunlar… Hiç olmamıştı… O kadar şanssızdı ki…
Yıllar içinde benzeri birçok olay yaşamış ve kabullenmişti artık bu hayatın ona sadece zulüm vereceğini.  “Baştan kaybetmiştim ki ben, İt babam hepimizi bırakıp da o “H” orosp…’nun peşinden gittiğinde kaybetmiştim. Her şeye rağmen sıkı sıkı sarılabilirdik ama Gülcan, kenetlenebilirdik geride kalanlarla. Onlar yanaşmadı buna, herkes kendi derdine düştü. Daha iyi yerlerde olabilirdim. Ahh, bir fırsat verselerdi. Ahh, ahhh” diye hayıflanır sık sık… Hayıflanır da hala…
Hiçbir şey için geç olmadığını anlatmakla uğraşır dururum yıllardır D’ye. Güven vermeye çalışırım, güvenini yerine getirmeye değil. Hiç elde edememiş o muhteşem duyguyu…
Toplumumuz ya da dünyada tek örnek değil aslında D. Milyonlarca kadın var benzer olayları, hatta ve hatta daha kötülerini yaşayan. Sonu ölümle sonuçlananları da var biliyorsunuz. Özellikle son zamanlarda o kadar sık duyuyoruz ki ”Eşi tarafından öldürüldü” ya da “Ağabeyi tarafından öldürüldü” vs. vs. diye… Çoğu zaman kadın olmak suçmuş gibi şu hayatta…
Gazetede, TV’de kısaca basında sık sık benzer haberleri duyarız değil mi? Bir düşünsenize uzaktan duymak nasıl da üzüyor insanı. Fakat yaşananlara yakinen şahit olmak ve yanı sıra da çaresiz kalmak çok acıtıyor. Çok fazla…
Bu yaşanılan gerçek öykünün ana sorunlarından birisini “Sahipsizlik” olarak nitelendirebiliriz. Devletin ve ailenin, bireyi sahiplenmemesi ve bağlantılı olarak kişinin de kendisine eğitimsizliğinden dolayı sahip çıkamayışı. Haa bir de cehalet ve kötü niyetin birleşip insan kalbini ele geçirmesi.

Bu yazı daha önce alargu.blogspot.com/ adresinde yayınlandı.

30.10.2009

Bir yazarın kaleminden

Hep uçlardayız, hep.

Özgürlük deyince ya millet ‘önüne gelenle seviş’ dedik sanıyor ya da aman dikkat dedik mi, namusla bekareti karıştırıp kafamıza silah dayıyor!
Amma kesin yargılı insanlarız be kardeşim.
Çok üzülüyorum “cinselliğin” bu kadar kolay topa tutulabilir olmasına. Çünkü hemen birileri ellerine tamtamlarını alıp başlıyorlar ahlak, namus ve hooop bekaret zarından dem vurup kadını aşağılamaya, güm güm kafasına kafasına vurmaya.
Ya süper özgürüz ya da köleyiz. Ortası olacak, hem de çok yakında; çünkü yeni nesil bu konularda bizlerden daha antrenmanlı.
Hem bu televizyon var ya bu televizyon ve şu internet, kadınları atağa kaldırdı. Dünyanın her yerinden bastırılmış kadınların isyan haberleri geliyor. Biri pantolonu için savaşıyor, öbürü ehliyet ve araba kullanma hakkı için, diğeri çalışma hakkı için. Bir diğeri oy ve temsil hakkı için. Hepsi okumak ve çalışmak için savaş veriyor.
Yazan korkusuzca yazıyor, forumlarda tartışıyor, konuşuyor, kafa patlatıyor, birbirine destek oluyor, ilerlemek için uğraşıyor, kadınlar okuyor, beyler okuyor. Ayıptır söylemesi, hani feministliğim hiç yoktur ama, kadınlara inancım sonsuzdur.
Kadınlar çözecek bu işi, bulacaklar dengeyi, hizaya getirecekler yanlış giden şeyleri. Neden mi?
E çünkü can verebilen bir varlığın yapamayacağı şey yoktur!
Değil mi?
Yonca

“sivri”


Kasklı tecavüzcü

Taaa 20 yıl öncesinin sapığı şahin Öğüt vardı, hani medyaya “Kasklı Tecavüzcü” olarak yansıyan, Ankara’da bir sürü çocuğa tecavüz eden. Hakkında açılan davalardan biri 12 Ekim’de sonuçlanmış.
Üstelik bu davada darp, cebir izi, sperm örneği gibi deliller yok. Kadının beyanı, hastane raporları, psikolog tanıklar var. Bunların delil olarak kabul edilmesi bu davayı ÇOK önemli kılıyor; çünkü bu tür delillerin kabul edilerek kazanıldığı ilk dava. Sadece kadının beyanı esas alınarak kazanılan bir dava!
Davacı kadın, tecavüze uğradığında 13 yaşında bir çocuktu ve o çocuk haliyle yapamadıklarını şimdi, 27 yaşında yapıp davasını kazandı. Başardı. Bakın olaydan tam 14 yıl sonra.
Tüylerim diken diken oluyor yazarken. Sanırım bu başarı ve müthiş önemli karar basına pek yansımadı ya da yine arada kaynatıldı. Oysa ne önemli bir sonuç ve ne umut verici bir haber bir sürü tecavüz mağduru çocuk ve insan adına.
Çünkü bu karar, bir sürü tecavüz davasına örnek olacak, örnek!
Olayın peşini bırakmayan, zamanın mağdur çocuğu bugünün davasını kazanmış genç kadınına destek olan FeministBiz üyelerine de helal olsun. Bana dava sonucunu onlar haber verdi. Yoksa hayatta bilmezdim.
Yazımın başında söylediğim gibi “Kadınlara inanıyorum” diye bir kere daha yüksek sesle tekrar etmek istiyorum, kalın çizgilerle altını çize çize, bastıra bastıra.
Israrla, “hakkınızı arayın” demeye de devam ediyorum inatla!
Yonca
“gururla”


Kaynak: Yonca Akbaş / Hürriyet

2.10.2009

Zorla evlendirilme




Yasemini az çok tanıtmıştım, geçmiş yazıların birinde. Yine kısaca değinmek gerekirse; "eniştesinin tecavüzüne uğrar, kürtaj olur ve kızlığını diktirir. İmam nikahı ile zorla evlendirilir. Bakire çıkmadığı için evine geri gönderilir. Askerden gelen abiside silahla öldürür..."

Yasemini nasıl öldürdüğünü abisi şöyle anlatıyor (*) :`Eniştemin tecavüz ettiğini, kürtaj olduğunu ve kızlık zarını diktirdiğini öğrendim. Ertesi sabah çok içerledim. Alkol aldım. Tekrar eve geldiğimdeYasemin ile tartıştık. Tartışmanın ardından sokağa kaçmaya çalışan Yasemin`i saçlarından tuttum ve kafasına 3 el ateş ettim. Silahı da mahalledeki bahçeye gömdüm` dedi. Olay günü alkollü olduğunu belirten Çetin, `Bir anlık öfkeyle yaptım. Pişmanım` dedi.
Ve bu haberi böyle yayımlarlar: yeni evlendiği eşi tarafından 'bakire olmadığı' gerekçesiyle baba evine geri gönderilen yasemin , ağabeyi tarafından tabancayla vurulup öldürülüyor... sonra?.. sonrasını gazeteden okuyalım: ''ankara adli tıp kurumu'nda yapılan muayenesinde genç kızın bakire olduğu tespit edildi.'' ama, bu da yetmiyor... savcılığın talimatı üzerine adli tıp kurumu genç kızdan aldığı parçaları istanbul adli tıp kurumu'na gönderdi. patoloji bölümünden gelecek rapora göre genç kıza kızlık zarı dikilip dikilmediği, kürtaj olup olmadığı iddiaları netleşecek... iyi mi?.. (*)


Ve diğer bir haber: (*) "17 yaşında zorla evlendirildi... Çocuğu olmadığı için dayaktan kaçtı, aşiret ölüm kararı verdi, Kocası kıyamayınca, yine kocasının üstlendiği bir cinayet işlendi."

İnsanca denemeyecek kadar insanlık dışı olan bu varlıklar, aklınca kirlenmiş olarak gördüğü kızını, karısını, kardeşini gayet güzel "temizlemiştir". Şimdi işin yasa boyutunu ele aldığımızda durum aşağıda açıklandığı gibidir:



"İnsanlar istedikleri erkek ya da kadınla evlenme hakkına sahiptirler. Onbeş yaşından küçük kızların evlenebilmesi için önce kendi, sonra anne ve babalarının birlikte rızası ile hakimin kararı gerekir. Kadın ya da erkek reşit olsa dahi, onsekiz yaşına gelmiş olsa da, nikah memurunun evlenmeyi isteyip istemediğini sorduğu sırada “HAYIR” diyebilir ve kimse zorlayamaz. Dini nikahın yasal bir geçerliliği yoktur.
Evlenecek erkeğin evleneceği kadının babasına ödediği başlık parasının hiçbir hukuksal geçerliliği yoktur. Ödenmesi istenen bu para yasal değildir. Bu konuda yapılacak sözlü veya yazılı anlaşmaların geçerliliği yoktur. Kadın her zaman için buna karşı çıkabilir. Reşit değilse kendisini başlık parası verildiği için istemediği biriyle evlendirdiklerini ifade ederek evliliğin feshini isteyebilir. Evliliğin öngördüğü cinsel birleşme red edilebilir. Buna rağmen birleşme zor kullanılarak sağlanırsa, o zaman kendisine şiddet uygulanarak birleşme sağlandığı yolunda savcılığa şikayet edilebilir.

Zorla evlendirildiği ifadesi ile Medeni Kanun’un hata, hile ve tehdit halinde yapılan
evlenmelerin feshedilebileceğine dair hükümlerine dayanarak dava açılabilir. Evliliğin
feshi davası evlilik tarihinden itibaren beş yıl içinde açılmalıdır. Aksi halde zaman
aşımına uğrar."Kaynak


Efsa...

7.09.2009

Dayak

Dayak cennetten çıkma mıdır?

O zaman bu tabir nerden çıkmıştır?

Eskiler bazen ne doğru sözler söylemiş deriz, burnumuz herhangibir zaman sürtüldüğünde... Ama ya bu?

İşte bu bizim adam etme yöntemimizdir! Adam ettiğimiz o çocuklar gün gelir “kızını dövmeyen dizini döver” mantığı ile pata küte girişir yavrusuna. Çünkü çocuklarımızı terbiye! etme biçimimiz şaplaktan geçer.

Üstelik dayak görünmezdir çoğu zaman.

Vurulan yer morarmadıkça, kan akmadıkça sorun yoktur. Dayak yemiş sayılmazsın.

Görünmez, söylenmez.

Yasak bir tabu kelimesidir.

"Yol kırılır yen içinde kalır"

"Aaa kocadır vurur"

"Delimsin kızım her ailede olur"

Nede olsa “vurduğun yerde gül biter” değil mi? Bunlar dikensiz üstelik, gıkları çıkmaz.

"Şöyle bir tane koyacaksın, görecek görünü" derler...

Koydular mı oturttururlar.

"Tek bir tokat uğruna boşanan olmaz" yazmıştım daha önce. Dayak çoğu zaman yardımcı etkendir diğer olaylara. Sonradan öne sürülen "zaten" gibidir.


Çünkü ailelerimiz bize:

“Hay Allah’ ın cezası, yine mi... Kızım başımıza bela mısın”,

“Bak hanım (bak anne/ bak yenge) demedi deme, bu kız başımıza ne işler açacak, bak gör. Bir an önce baş göz etmeli...” sözcükleri ile dışlarlar bizi. Sürekli bir göz hapsidir. Komşular bile yer ararlar bazı bazı...

Sürekli birilerinin vicdanına kalmak ne demektir bilir misiniz?

Sırasıyla önce ailemizin,

Bizden büyük – küçük fark etmez erkek kardeşlerimizin,

Aile büyüklerimizin, (!)

Babamızın,

Amcamızın,

Kocamızın,

Oğlumuzun vicdanlarına bırakılır bazılarımız…

2.09.2009

Genç ve Dul kadın

Genç anne olursunuz... Bunun en güzel yanı; bebeğinizle birlikte büyümenizdir. Özellikle hala çocuk kalmak isteyen bir benliğiniz varsa, birlikte oyunlar oynamanın keyfini sürersiniz...

Ama genç anne olmakla, genç ve bekar anne olmak arasında toplumumuzda ayrımcılık olarak görülebilen bir durum vardır.
Bu yazıyı sanırım birkaç bölüme ayıracağım... İlk bahsetmek istediğim dul kadın mevzuu...

Şimdiii; bir şekilde, bir sebeple yürümeyen bir evliliğiniz biter yada eşiniz ölür... Sizse hayatın size nimet mi, lanet mi sunduğunu anlayamazsınız. Boşandığınız için kendinizi mutlu, içi boşalmış ve hayata yeniden adım atmaya hazır hissederken, size göre nimet olan şey... Topluma göre lanettir çoğu zaman. Malum pek bir etiketleme meraklısıyız hepimiz.

Dün yan komşunuzun bacım, kardeşim diye seslendiği sizler, anında okus pokusla "kadına" çevrilirsiniz. O ana dek göze batmayan, herkes gibi olan davranışlarınız; (birilerinin gözünde!) bir anda içinde seksepalite kokan eylemlere dönüşmüştür. "Dul kadın" olmanın "potansiyel verici" olmakla eşdeğer sayıldığı bir devirden günümüze neler değiştiğini düşünüyorum da. Koca bir hiç...! Tamam, belki biraz anlam değişikliği oldu o kadar. Onlara sorarsanız mazeretleri çok açıktır. Dul kadının sevişmeye ihtiyacı yok mudur? Eee dünkü size bacım diyenler, her zaman bu ulvi görevi layığı ile yerine getirmek isterler.Cinsel ihtiyaçlarınızı karşılamayı vazife edinirler. Zaten dul kadının da düşünecek başka bir şeyi yoktur, tek derdi budur. Her şeyi bir yana bırakıp, Ah! Biri gelse de sevişsek diye bakınırlar hepsi! Üstelik bu hangi seviyede, kültürde, gelenekte bakarsanız bakın dul kadın olmak zorlayıcıdır bir kadın için.

Siz boşanırsınız / eşinizi kaybedersiniz; sonra şöyle bir çevrenize bakarsınız, değişen bir şeyler olacak mı diye? Bizim beynimizi geçmişte öyle bir boyamışlardır ki, arkadaşınızın eşinin arabasına binmeye bile çekinirsiniz...
Yanlız yaşamaya çekinirsiniz... Yanınızda ki her erkekle işi pişirme ihtimaliniz vardır çünkü! Bir neslin filmleri, size bu dul kadınlarla ilgili birçok şey aşılamıştır... İnsanların bekarken yaşadıklarını yaşarsanız, size cüzzamlı gibi bakıverirler.

Birde şu var bakın!
Diyelim ki; aileniz sizi bağrına basmıştır. Onlarla yaşamanız size, biraz daha namuslu bir hava kazandırır. Çünkü yanlız yaşayan bayanlar, imkanları! fazla geniş bayanlardır... İnsanlar yüzünüze bakıp gülümserken, içlerinde: "Hem dul, hemde yanlız yaşıyor. Bak bak bak. Kesin yatıp kalkıyordur bu kadın... Zaten geçen günde biri bırakmıştı araba ile... Şu gün geç gelmişti evine, çocuğundan da mı utanmıyor... Böylelerinden korkacaksın, her daim tetikte olmalısın... Evine mi alıyorsun o kadını, kocan evdeyken! Deli misin kızım sen..."

Bir dulsanız, hareketlerinize iki kez dikkat etmeniz gerekir. Nasıl oturulacağı kalkılacağı, nasıl gülümsediğinize bile en ince ayrıntısı ile dikkat edilir. Hep iki ile çarpılacaktır her davranışız...En ufak açığınızda aradan sızmaya çalışılır. Hemcinsleriniz bekar bir bayanı süzerken, sizi iki kere dikkatle süzerler. Erkekler içinse; kolay avsınızdır... Nasıl görürler biliyormusun? Zorluk çıkartmaz, Tecrübelidir. İlişkilerde çocuksu davranışlarla sizi bezdirmez. Soru işareti ile biten cümleler pek kullanmaz? Yanınızdayken doğaldır, kendini farklı göstermeye çalışmaz, doygundur vs. diye liste uzayıp gider...

Bir düşünelim bakalım? İş görüşmesine giden dul ve çocuklu bir bayan; sorulan soruda şöyle bir düşünür. Heleki çocuğu varsa; bekarım dese bir türlü, demese diğer türlü... En sonunda bekar ama çocuğu olduğunu belirtince, karşıdaki insanın bakışları, değişir mi değişmez mi? Ya da yeni tanıştığınız birisine bunu söylediğinizde.
Bayansa size destek olma ayağında neden ayrıldığınız merek eder önce. Erkekse sizinle sevişmenin nasıl olacağı, yada diğer tabirle kendisine verip vermeyeceğinizi. Bunlarında hepsini de, içine umut ve "ay sen ne güçlüsün" kelimeleri altında yaparlar.

~~~~~~

Toplum için ya evlisinizdir, ya bekar. Kredi kartı başvuru formlarında veya önünüze sunulan çoğu belge de size seçenek sunarlar. Ne olduğunuzu seçmeniz gerekir. Hadi bakalım seçin ne olduğunuzu. Evli misiniz: hayır, bekar mı? Eh bekarım tabiki diye düşünürsünüz. Ama sonra bir soru belirir beyninizde;
niye utanmam mı gerekiyor benim dulluğumdan? Boşanmış olarak büyük ve affedilmez bir suç mu işledim ben? Yürümeyen evliliğimin suçunu sadece kadın tarafına yüklerken, çok mu masumsunuz siz? Ama nedir? Boşanmış olmak, dikiş tutturamamaktır değil mi?

Ya ben... İkinci bir evliliğe sıcak bakıp, ama derinlerde deli gibi korktuğumu size nasıl açıklayayım. Hep insanların ne dediklerine bakan bir ailenin/çevrenin/arkadaşların yanında büyürseniz, empati yeteneğiniz ne kadar gelişken olur biliyormusunuz?

Birde anneler vardır. Tek korkuları oğullarının dul kadınlara bulaşmasıdır. Maazallah kendi oğulları bir dul kadının oyuncağı oluverirse, o kadının çocuklarını besler halde buluverir kendini. Çünkü asla kendilerine
"baba" demeyecek çocuklara bakmak için yetiştirmemişlerdir oğullarını... Bekar erkek & Dul kadın versiyonu daha kabul edilemez ölçülerde bizim ülkemizde. (Bir nebze bakirelik kavramı ortadan kalkınca, olabilirliği artmış bir durumdur.) Hımm napar bu kaynana adayları:

- evlatlıktan ret ederler oğullarını.
- sütlerini helal etmezler.
- kendilerine yazık ederler.
- intihar etmekle tehdit ederler.

Üstelik ne deseniz boş gelecektir. Siz kandıran taraf, erkekse kandırılan taraf olacaktır her zaman. Anlatmaya çalışırsınız, peygamberden tut, birçok örnekler sunarsınız. Ama o zaman dinin bir hükmü kalmaz. O zaman örf-adet-gelenek üçlemesi konuşur. Siz ne derseniz diyin, zordur bunları aşmak.

Hele ki aşan tarafın ayrıldığını düşünürsek, çıkacak söylemler, "ben sana demiştim" ler havada uçuşur.

Velhasıl zordur dul bir bayan olmak. Bir sonraki evlilik hep korkutur insanı. Beyninizden şöyle bir geçer düşüncesi: "Ya bu da yürümezse..."

Mutluluğa inanıp inanmamaksa, tamamen size kalmış. Diliyorum hepmizin karşısına güzel insanlar çıksın her yönden.

27.08.2009

Mülteci Kadınlar

Bundan 3-4 sene önce mülteci kadın ve çocuklarla ilgili yapılan araştırmaları derlemiştim kendimce. Kaynak belirtmek isterdim ama hangi kaynaklardan yararlandığımı net olarak hatırlamadığım için yanıltmak istemiyorum kimseyi.
Araştırmaların sonuçları çok çok ilginç efendim, buyrun okuyalım:

Mülteci olmanın şartları ağır, kadın mülteci olmanın şartları daha da ağır. Üstelik


Mülteci topluluklarında evlerinden uzaklaşmış olan insanların yaklaşık %50’sini kadınlar ve kız çocukları oluşturuyor.




KADININ MÜLTECİLİK SÜRECİNDE YAŞADIĞI SORUNLAR


Çatışma Sırasında, Kaçıştan Önce;
  • İktidarda bulunan kişiler tarafından taciz,
  • Cinsel olarak işkence,
  • Askerler tarafından cinsel şiddet,
  • Toplu tecavüz ve hamile bırakılma,
  • Çatışma sırasında tarafların silahlı üyelerince kaçırılma



Kaçış Sırasında;



  • Haydutlar, sınır muhafızları tarafından cinsel saldırı,
  • İnsan tacirleri, köle ticareti yapanlar tarafından yakalanma

Sığınma Ülkesinde;



  • Otorite sahibi kişiler tarafından cinsel saldırı,
  • Ailelerinden ayrı düşmüş kız çocuklara, bakıcı aile yanındayken cinsel taciz,
  • Aile içi şiddet,
  • Yakacak ya da su almaya giderken cinsel saldırı,
  • Hayatta kalabilmeleri için cinsel ilişkiye zorlama/ zorla fuhuş
  • Yardım beklerken cinsel taciz

Geri Dönüş Sırasında;



  • Kadınlara yönelik sünnet gibi zararlı geleneksel uygulamaların tekrar başlatılması,
  • Ailelerinden ayrı düşmüş kadın ve çocuklara yönelik cinsel taciz,
  • İktidarda olan kişiler tarafından cinsel istismar,
  • Haydutlar, sınır muhafızları tarafından cinsel saldırı, geri dönüşe zorlanma

Yeniden Bütünleşme Döneminde;



  • Geri dönenlere bir çeşit ceza olarak cinsel taciz,
  • Yasal statüyü düzene sokmak için cinsel zorbalık
  • Karar alma süreci dışında bırakılma,
  • Kaynaklara erişimin engellenmesi



KADIN MÜLTECİLERE ÖZEL KORUMA GEREKTİĞİNİ İSPAT EDEN ARAŞTIRMA SONUÇLARI

  • Güney Afrika’da her 83 saniyede, bir kadının ırzına geçildiği tahmin edilmektedir; böylesi 20 vakadan yalnızca biri polise bildirilmektedir.
  • 90 milyondan fazla Afrikalı kadın, sünnet veya başka biçimlerde genital organ tahribatı mağdurudur.
  • Bangladeş’de 1971 yılındaki silahlı çatışma sırasında Pakistanlı askerler tarafından 200,000 sivil kadının ırzına geçildiği tahmin edilmektedir.
  • Avrupa Topluluğu bünyesindeki bir durum tesbit ekibinin tahminlerine göre, Bosna’da çatışmanın başladığı Nisan 1992 tarihinden itibaren 20,000’den fazla Müslüman kadın tecavüze uğramıştır.
  • 1986-1997 yılları arasında aşağıdaki ülkelerde yapılan araştırmalarda görüşme yapılan kadınların %16 – 41’i yakın ilişkide eşleri tarafından fiziksel saldırıya uğradıklarını belirtmişlerdir: Kanada, Yeni Zelanda, İsviçre, Birleşik Krallık, Amerika Birleşik Devletleri, Kamboçya, Hindistan, Kore, Tayland, Mısır, İsrail, Kenya ve Uganda.
  • Tüm yetişkin kadınların %14.8’i gerçekleşmiş tecavüz mağduru olduklarını belirtmişlerdir. Ayrıca %2.8 tecavüze teşebbüs mağduru olduğunu belirtmiştir.
  • Büyük çoğunluğu Asya’da olmak üzere, çeşitli nüfuslarda hayatta olması beklenen en az 60 milyon kız, istenilerek oluşturulan cinsiyet-seçimli düşük, bebek öldürme veya ihmal sonucunda kayıptır.
  • Her yıl sınırlar arasında iki milyon kadının ticareti yapılmaktadır.





BARINAKLARDA YAŞANAN SORUNLAR


  • Mülteci kadınlar çok sıklıkla kamp tasarımının yetersiz olmasından kaynaklanan tehlikelerle karşılaşırlar; kadınların mahremiyetine imkan tanımayan toplu barınaklar; mülteci kadınların barındığı yerlere güvenli olmayan uzaklıklarda kurulmuş tuvaletler gibi temel hizmetlerin yerleri; yetersiz ışıklandırma sorunlardan bazılarıdır.
  • Geleneksel toplulukların bir araya gelmesi yerine birbirine yabancı kişiler bir araya getirilebiliyor,
  • Refakatsiz kadınlar tek erkekle aynı mekanda bulunabiliyor
  • Geleneksel mekanizmalar işlemeyebiliyor,
  • Kadınlar malzeme dağıtımında sorun yaşıyor,
  • Malzeme için uzun mesafeler yürümek zorunda kalıyor, bu uzun mesafelerde taciz, tecavüz vakaları yaşanıyor.
  • Sağlık, eğitim, beceri geliştirme ve gelir getiren faaliyetlere erişimde sorun yaşıyor.


PRATİK ÖNLEMLER


  • Mülteci kadınların özel koruma sorunlarına hassasiyet ve sağduyu gösterilmesi, kamp ve yerleşimlerinde ortaya çıkabilecek sorunların önlenmesine katkıda bulunabilir.
  • Kampların sınırlara yakın ya da güvensiz alanlarda kurulmasından kaçınmak,
  • Temel hizmet ve imkanların mülteci kadınların saldırıya maruz kalmayacakları şekilde düzenlenmesini sağlamak,
  • Mülteci kadınları kendilerini etkileyen konularla ilgili alınacak kararlara dahil etmek,
  • Üreme sağlığı da dahil sağlık hizmetlerine erişimlerini sağlamak ve yararlanıp yararlanmadıklarını gözlemlemek,
  • İşkence, tecavüz ve fiziksel ya da cinsel istismarın diğer türlerinin mağdurları başta olmak üzere, mülteci kadınlar için danışmanlık ve akıl sağlığı hizmetleri kurmak,
  • Mülteci kız çocukların eğitim konusunda erkeklerle eşit imkanlara sahip olmalarını sağlamak,
  • Beslenme durumlarını gözlemlemek,
  • Refakatsiz kadınlara kendilerine danışarak özel barınak sağlamak ve yeterli güvenliği sağlamak,
  • Şiddete açık kişileri belirlemek ve gerekli önlemleri almak,
  • Kadınların sosyal ve ekonomik gelişimini sağlamak,
  • Mülteci kadınların eğitim programlarına katılımı konusunda eşit imkanlara sahip olmasını temin etmek






MÜLTECİ KADINLARLA İLGİLİ ULUSLARARASI BELGELER ve BU BELGELERİN YARARLARI


  • İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi (1948)
  • Kişisel ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi (1966)
  • Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmeleri(1966)
  • Kadınlara Karşı Şiddetin Tasfiye Edilmesine Dair Bildiri(1993)
  • Kadınların Siyasal Haklarına Dair Sözleşme(1952)
  • Evli Kadınların Uyrukluğu Sözleşmesi(1957)
  • Olağanüstü ve silahlı çatışma hallerinde kadınların ve çocukların korunmasına dair bildiri(1974)
  • İşkenceye ve diğer zalimane, insanlık dışı veya onur kırıcı muamele veya cezaya karşı sözleşme(1984)
  • Her türlü ırk ayrımcılığının tasfiye edilmesine dair uluslararası sözleşme(1965)
  • Kadınlara karşı her türlü ayrımcılığın tasfiye edilmesine dair sözleşme(1979)



Bu belgelerin yararları:



  • "Ayrımcılık ve toplumsal cinsiyete dayalı şiddet"i tanımlar.
  • Bu belgelerde mülteci kadınlar “şiddete açık hassas grup” olarak belirtilmiştir.
  • Bu bildiriler ile devletler kamuya açık alanlarda ya da özel alanlarda kadınlara karşı şiddeti tasfiye etmek ve cezalandırmak gibi önlemler almayı taahhüt etmişlerdir.
  • Kadına şiddetin kadınların hak ve temel özgürlüklerinin ihlali olduğunu belirtir.
  • Mülteci kadınların savunmasız gruplara dahil olduğu belirtilmiştir.
  • Devletler geleneksel, dini görüşlere sığınmamalı, tasfiye için gecikmeksizin bir politika uygulanmalıdır denilmiştir.















20.08.2009

Tecavüz Üzerine


Tecavüz bir kadına ne gibi zararlar verir?
Fiziksel zararları gün be gün iyileşecektir elbet. Ya ruhsal-zihinsel? Kadını kendinden bile tiksindiren, arındırılamayacağını düşündürten, sindiren, aşağılayan zoraki bir eylem. İnsanın önce kendi vicdan muhasebesini yapması gerekir oysa ki. Nasıl kıyılır da, zorla böyle bir zorbalık gerçekleştirilebilir ki bir insan? Karşısındakinin bir canlı olduğunu unutup da, nasıl gözü dönebilir?
Ya yasalar?
Bir kadın tecavüze uğradığında, eğer zanlı mağdurla evlenirse..... cezası hafifliyor!!! Buna yasada "etkin pişmanlık" deniliyor. Yaptığı şerefsizliği pişmanlık göstergesi adı altında hakime de inandırırsa vay mağdurum haline... Cinsel saldırıyı yapan şahıs mağdur ile evlenince 5 yıllığına cezası erteleniyor. 5 yıl sonra hala "evlilik birliği"! devam ederse cezai hüküm ortadan kalkıyor.!!!
(Neyseki son zamanlarda bu yasa kadına daha yardımcı olacak şekilde düzenlendi. Yeni yasada böyle bir indirim söz konusu bile değil.)
Ama geçmiş zamanda, sadece tecavüz değil zorla alıkoyma /kaçırma eylemlerinde bile bunlar söz konusu idi. Yani "erkek kadını zorla kaçırıp, alıkoyduğunda: bu eylemi evlenmek için yaptıysa cezasında hafifletici neden olarak görülebiliyordu!!!" Ya kadının isteyip istememesi?
Ah birde olayın şu boyutu da var. Bu tecavüzü gerçekleştiren birden fazla sanık var ise, aralarından birinin mağdur ile evlenmesi dahilinde; hem kendi kamu davası ve cezası düşer, hem de diğer tecavüzcülerin tamamının davaları ve cezaları... Bu nasıl bir mantıktır ki bir evlenme ile tecavüz suçu ortadan kalkar. Bunun kadına manevi işkence gibi olacağı hiç mi düşünülmemiştir. Sen kalk zorla tecavüze uğra, sonra aralarından birisi seninle lütfedermiş gibi evlensin, diğer sanıklar beraat etsin, senin hayatın zindan olsun, ailen toplumsal baskılar yüzünden bişiy diyemesin, sen suçluluk ve kirlenmişlik içinde bir gelecek kur. Bu mudur reva görülen...! Allah bilir tecavüzcüler, aralarından birisini kurban gibi seçmiştir!!!


Acı ama gerçek yaşlarımız kaç olursa olsun, tecavüze uğrayan bir kadın asla unutmaz. Üstelik bunları yaşatan şahıs / yada sahıslar serbest bırakıldı ise.....!!!


* Tirajikomik bir olay: Hırsızın bir tanesi tecavüz suçlaması ile gözaltına alınınca bağırmaya
başlar. "Ben tecavüzcü değilim, hırsızım" Nedenmi böyle bağırır... Cezaevlerinde tecavüzlerin
çoğu şişlenmektedir de ondan. Hemcinsleri tarafından!

19.08.2009

Önemli olan dış güzellik!


Güzel olma, bakımlı olma kaygısı insanlık tarihi kadar eski olan bir konu..Tanrı Havva'yı yaratırken, bir görev de yüklemiş sanırım ona..Göze de hitap etmesini emretmiş..O günden beri "güzel olmak yolunda " bitmeyen bir çile başlamış kadınlar için..

Çile diyorum çünkü kadınlar güzel olabilmek için o kadar çok zaman ve para harcıyor ki..Bunu kendisi için yapıyor olsa hiç yazmıyor olurdum bu yazıyı..Ama hayır, çoğunlukla kendisi için yapmıyor..Hemcinsleri için yapıyor, karşı cins için yapıyor, bir iş görüşmesinde avantajlı olabilmek için yapıyor, çevresinden takdir görmek için yapıyor vs vs..Hayatım boyunca güzel olabilmek için çabalamadım..Tek yaptığım şey bitmek bilmeyenler dietlerim belki de..Ama o da gerçekten kendimi iyi hissetmem için..Aynaya baktığımda genellikle memnun kalırım görüntümden..Kusurlarım yok mu? Elbette var..Koca bir burnum var mesela..Ama hiç bir zaman küçültmek gibi bir düşüncem olmadı..Olmayacağından da eminim..Makyaj yapmayı çok seven biri değilim mesela..Ama yaptığım zaman da sadece "kendim için" yaparım..Sevgilim, ya da çevremdeki insanlar için değil..İnsanların, özellikle de erkeklerin bana "güzelsin, çok hoşsun" vb. iltifatlarıyla havalanmam ama bunları neredeyse herkesten duyunca acaba ben o şanslı azınlıktanmıyım diye düşünüyorum..Şimdi "herkes bana güzelsin diyor" demek belki de iddialı ve oldukça ukalaca bir söz ama çoğunluktan duyduğum bu..Bu sözlerle şımaracak kadar zayıf bir karaktere sahip değilim zaten..Güzelliğin tek başına bir işe yaramadığını düşünür, önemli olan zekadır derdim..Ama bir süredir bunun tersini düşünmeye başladım..

Geçen hafta 2 iş görüşmesine çağrıldım..Başvuru da yapmıyorum, kariyer sitelerinde cvmi görüp arıyorlar..İki iş de bana uygun olmadığı için kabul etmedim. Fakat görüşmelerde şunu farkettim ki, sadece dış görünüşüm yüzünden çağrılmışım bu görüşmelere..Tamam ortada "prezentabl" gerçeği var..İşverenin göze hitap eden birini işe alması gerekliliğini anlarım ama bu işler de modellik değil sonuçta..Görüşmede karşımdaki insanların söylediği şu "cvniz gayet güzel ve dolgun, dış görünüş olarak da kriterlerimize uygunsunuz" bu söylendiği anda, aklıma gelen ilk şey cvme değil, yalnızca fotoğrafıma bakıp çağırdıkları düşüncesi..Öyle değildir belki de ama, öyle hissettim ben..

Bir kadının sadece güzelliği ölçüsünde toplumda yer bulduğunu düşünmeye başladım artık..Çünkü bu güzellik olgusu o kadar çok beyinlerimize sokuluyor ki..Kadın hep bakımlı olmalıdır, kılı tüyü olmayacak, saçları hep yapılmış olacak, pür makyaj olacak vs vs. Bu öylesine beynimize sokulmuş ki, güzellik olgusuna bu kadar önem verilmesine hep karşı çıkan ben bile, biraz çirkin, kilolu bir kadın gördüğümde onun için üzülürken buluyorum kendimi..Şimdi çirkin kadın yoktur, bakımsız kadın vardır geyiğine hiç girmeyelim lütfen..Şu bir gerçek ki bazı kadınlar ne kadar uğraşsa da güzel olamıyor..Güzel olmadığının farkında olan kadın, geri çekiyor kendini..Soyutluyor pek çok şeyden..Çünkü toplum, kadından güzel olmasını bekliyor..Her gün güzelleşmek için yeni bir ürün çıkıyor..Herkeste 36 beden olma çabası..Çünkü 38 beden çirkindir..Öyle bir hale gelmiş ki bu güzelleşme sektörü, 18 yaşındaki bir kız bile estetisyene gidip botox yaptırabiliyor..O yaşta zehir enjekte ettirebiliyor yüzüne..Hep daha güzel olmalı çünkü kadın, hep daha bakımlı, hep daha zayıf..Başka türlü kabul görmüyor çünkü toplumda..Hatta herkesin beğendiği ünlü bir kadına, "bence güzel değil" deme şansı bile olamıyor..Sen kendine dön bir bak deniyor ona, ya da kıskanç damgası yapıştırılıyor hemen..

Bakımlı olmak için çabalayan pek çok erkek de var ama yine de erkeğin göbeklisi, kıllısı kabul görebiliyor..Türk kası gibi bahaneler bulunuyor hatta koca göbeklerine..Ama kadınlar için durum çok farklı..Biraz kıllı olsun kadın, hemen dalga konusu oluyor, iğrenç oluyor..Biraz poposu büyük olsun, şuna bak koca popolu, yarım dünya vb. acımasız eleştirilerin odağı olabiliyor..Bakımlı olmak adına makyajı biraz fazla kaçırsa bu sefer de palyaço, boya küpüne batmış diyerek eleştiriliyor..Kadın ne yapsa, birilerinin eleştiri odağı olmaktan kurtulamıyor..Bunu sadece erkekler yapmıyor tabiiki, hemcinsleri de fazlasıyla eleştiriyor kadınları..Hatta daha da fazla..

Kadın zaten bir meta olarak kullanılıyor çoğu zaman..Reklamlarda çıplak kadınlar, bir yere dikkat çekmek için güzel kadınlar kullanılıyor..Başta da söylediğim gibi Tanrı kadını yaratırken güzel olma, dikkat çekme görevi yüklemiş ama hepsini aynı güzellikte yaratmamış işte..Tüm kadınlardan aynı güzelliği beklemek, o güzelliğe göre toplumda bir yer edindirmekse kelimenin tam anlamıyla "haksızlık" oluyor.. Önemli olan iç güzelliktir sözü ise bu zamanda tam bir "masal" oluyor..Hepimiz biliyoruz ki bu zamanda önemli olan yalnızca dış güzellik..

*Bu yazı daha önce http://birdelidennagmeler.blogspot.com adresinde yayınlanmıştır.

17.08.2009

Annemin Bana Biçtiği Hayat

Arkadaşım hamile. İkiz bebeği olacak. Onun hayatına bakıp ailemin bana sunmak istediği asıl hayatı görüyorum. Aile yapılarımız benzer, aynı lanet yerde yaşıyoruz, herkesin beklentisi aynı bizden ve şimdi onu izleyerek ne olmayı reddettiğimi görüyorum.

Canınız acısa da sırf sonunda mutlu olmak ve mutluluğunuzun/mutsuzluğunuzun sorumluluğunu tek başınıza taşımak için yorulmadan yürümeye devam eder miydiniz?
Ben ediyorum.

Yasemin.. 23 yaşında. Bundan 5 sene önce evlendi. Düğününe gitmedim, ne önemi var ki. Yasemin'i seviyorum ama neden sevdiğimi bilmiyorum, galiba acıyorum ona. Ne enteresan, eminim o da bana acıyordur.

Ailesi benden başka kimseyle görüşmesine izin vermezdi. Tanınmış bir aileydik, büyükbabamı babamı herkes tanırdı, bir tek bana güveniyorlardı. Bu bana en başından beri komik geldi. Evcilik oynar gibi gidiyordum onu görmeye, çünkü dışarı çıkmamız uygun değildi. Genç kızlara yakışır şekilde pasta yapıp çay demleyip misafir ağırlamalıydık. Birkaç kez bu saçmalıkları göze alıp gittim evine. Pasta yedik, çay içtik, dantel ördük; annesi hep başımızdaydı. Çeyizden bahsedildi bu konuşmalarda, eğitimden değil. Sıkılıyordum ama bir yandan da hangimizin anormal olduğunu düşünüyordum. Normal var mıydı, o mu ben mi, normal ne ki?

Omuzları çöküktü, memeleri gözükmesin diye sanırım. Dik yürüdüğünü hiç görmedim, sesi de hiç çıkmazdı. Oysa kısacık zamanlarda da olsa çok güzel kahkaha attığına şahit olmuştum.

Çok güzel bir kızdı, lisede ona hayran erkek çoktu, bir gün kız kıza konuşmalarımızda -annesiz bir arada- onu sınıfta gizlice dudaklarından öpen erkek arkadaşından bahsetmişti bana. Sonra ben yapamıyorum deyip ayrılmıştı hatta bir hafta sonra. Lise bitti, üniversite sınavına girdik birlikte, kazanamadı. Kazansaydı her şey değişirdi ama olmadı. Zar zor bin türlü kontroller ve bekçiler eşliğinde enişteleri tarafından dershaneye yollandı. O sene de olmadı. Sonra dikiş kursuna gitmeye karar verdi. Başı önünde yürüdü hep görüyordum onu, "Yetişkin olmalıyım." diyordu yürüyüşü. Bir gün biri beğenmiş, ailesi incelenmiş, "Yasemin'in hareketleri ve ailesi bizim ailemize uygun" kararı çıkmış. İstemeye geldiler, söz kesildiğinde ben de oradaydım, yüzümün asıklığını kıskançlık zanneden insanlar arasında. Müstakbel damat zengin ve köklü bir aileden geliyordu, temiz yüzlü efendi bir çocuktu, 30'lu yaşlarındaydı.

Yasemin, evini kendi döşemedi. Kendini o kadar çok inandırmıştı ki, onlar ne yaparsa doğrudur'a.. Her şeyi müstakbel kayınvalidesi ve müstakbel görümcesi seçti, Yasemin'in evini onlar döşedi. Yasemin, hep sessizdi. Yasemin'in önce dişlerini yaptırdılar, çürükleri dolguyla kapattırdılar, sonra saçı boyandı -hani şu yeni gelin rengine-, sonra çeşit çeşit kıyafetler alındı hepsi damadın ailesi tarafından seçildi çünkü Yasemin artık onları temsil ediyordu, bilmem ne ailesinin geliniydi artık o.

Yasemin'e ayrı bir ev açtılar, sebebi: ayrı ev açacak güçleri yok demesin elalem.. Oysa birlikte yaşıyorlardı, ayrı ev dedikleri alt kattı ve evlerine sadece uyumak için gidiyorlardı eşi ve Yasemin.

Yasemin'in bebeği olmadı, bir sürü tedavi geçirdi 5 sene içinde. Hep görürdüm annesiyle yan yana, eşi değildi ki yanındaki, annesiydi. Yasemin o tedavilere annesiyle gitti. Eşi neredeydi?

Şimdi hamile Yasemin.. Yüzü buğulu bakıyor. Sorsan çok mutlu ama ben görebiliyorum hayatındaki eksikleri, o değil. Hep şükrediyor, böyle köklü bir aileye düştüğü için, "Hiçbir şeyimi eksik etmiyorlar, her şeyim var." deyip seviniyor. Annesi de mutlu, zengin bir ailede yaşıyor kızı. Herkes mutlu, sanırım bir ben mutlu değilim.

Çünkü onunla görüşemiyorum, her istediğimde "Kayınvalideme sorayım" cevabını alıyorum. Kapı eşiğinde çekirdek çitleyip kız kıza konuşamıyoruz çünkü iyi aile kızlarına yakışmaz bu, hele hele gelinlere asla yakışmaz. "Bir yerlere gidelim, bir yerde oturalım", "Yok, evde pasta yaparım, sen gel, ben çıkamıyorum."

Yanımda okulumdan bahsedemediğim bir arkadaşımın olması ne kötü.. Ve sevgilimden bahsettiğimde canımın yanması. Ben severek, sevilerek anlatıyorum ama o acıyor, "Ben mutlu bir evlilik yaptım ama sen..." bu bakışı görüyorum ve evet canım yanıyor. Canımın yanma sebebi Yasemin'in bana acıması değil, hiçbir şeyin farkında olamaması.

Yasemin, buradaki bütün kız annelerinin istediği gibi bir hayat yaşıyor, annemin benim için istediği hayat da buydu. Ama olmadı, ben bunu istemedim. İstemiyorum'u sahip olamamaktan zanneden insanlarla aynı yerde yaşıyorum, anlatamıyorum onlara istediğim hayatı.

Benim seçtiğim hayat bu değil. Başkalarının yönlendirmesiyle olmamalı benim hayatım. Çalışmalıyım, kazandığım parayı harcamalıyım, kimseye muhtaç olmadan. Dimdik yürümeliyim sokakta, memelerimden utanmadan. Aşık olmalıyım, aşktan evlenmeliyim, çocuğum olacaksa aşktan olmalı. Evimi kendim döşemeliyim. Dağıtmak istediğimde dağıtabilmeliyim evi. İstediğim kıyafetleri seçip giyebilmeliyim. İstediğim zaman arkadaşlarımla görüşebilmeliyim. Saçımı ateş kızılına boyatabilmeliyim, kırmızı oje sürmeliyim uzun tırnaklarıma. Kendi seçtiğim hayatı yaşamalıyım.

Bazen anne sözü dinlememek lazım.